Zeytineli – Mersin Koyu Kamplı Gezi

 9-10 Haziran 2012

 Artık yaz geldi havalar iyice ısındı. Ege’nin sayısız koylarından, güzel kumsallarından, berrak denizinden faydalanmanın zamanıydı şimdi. Dağlara tırmanman bu sıcaklarda epey zorluyor. Bu yüzden bisiklet turlarını mümkün mertebe daha düz yollarda yapıp gün sonunu denize ile sonlandırmak bu günler için yapılabilecek en iyi hafta sonu etkinliğiydi. Biz de aynen öyle yaptık…

Fakat kriterlerimiz bunlarla sınırlı değil elbette… Gideceğimiz deniz kenarı mutlaka kimsenin olmadığı ya da çok az kişinin gittiği tenha bir yer olmalıydı. Mutlaka ve mutlaka doğası bozulmamış ve kamp kurulabilir bir yer olmalıydı. Bunlar haricinde benim en çok taktığım hususlardan birisi de mutlaka yakınlarda gölgesine çadır kurulabilecek ağaçlar olmalıydı. Aksi halde sabah doğan güneşin ilk ışınları çadırın içini öyle bir ısıtıyor ki sabah çok aptal  bir şekilde uyanılıyor. İşte bunu hiç sevmiyorum. Neyse hafta içi araştırmalarımla beraber Çeşme Yarımadası’nda bulunan Zeytineli Köyü civarındaki Mersin Koyu’na kamp atmaya karar verdik. Bu mevkii de kuyu suyu olduğunu biliyordum, yani su sıkıntısı yaşamayacaktık. Bir kaç ağaç olduğunu hatırlıyordum fakat pek emin değildim.

Erken bir saatte (saat 6:00’da)  Özlem, ben, Sema,İlker Narlıdere’de toplanıp yola çıkıyoruz. Çıkış için özellikle çok erken bir saat seçiyoruz çünkü öğle güneşine yakalanırsak özellikle Karaburun yol ayrımı sonrasında 275 metre tırmanışla  Tepe Kahve’ye olan tırmanışta zor anlar yaşayabilirdik.

 Sabah saatlerinde yollar oldukça tenhaydı. Sorunsuz bir şekilde yol aldık.

Evden erken çıkma telaşından dolayı kahvaltı yapmamıştık. Yolumuzun üzerindeki bir fırından simit, börek v.s. kahvaltılık aldıktan sonra Barınak Cafe’ye gidip deniz manzarası eşliğinde çaylarımızı da söyleyip kahvaltımızı yapıyoruz.

Sema ve İlker evden tedarikli çıkmışlar. Peynir, domates, salatalık da sofraya dahil olunca tam bir kahvaltı yapıyoruz.

Ersin

Sema

Sema ve İlker

Kahvaltı esnasında bir kedi geliyor yanımıza. Ağzında tüylü birşey var !  Ağzındakini yere bıraktığında bir yavru kedi olduğunu anlıyoruz. Açıkçası bu duruma çok şaşırdık. Çünkü tüm yavrulamış canlılar annelik iç güdüsü ile yavrularını herkesten sakınır. Fakat bu kedi kendi kendine yavrusunu ayağımızın dibine bıraktı…

Biz de kedilerin aç olacağını var sayarak yediklerimizle besledik. Sonra anne kedi yavrusunu emzirmeye başlayınca şaşkınlığımız ve heyecanımız daha da arttı.

Kahvaltı ‘nın ardından yola devam ediyoruz. Urla civarında Berk ve Gürkan ile karşılaşıyoruz. Berk bir kaç aydır yollarda… Çeşme taraflarında olduğu bilgisini de verince hafta sonu planımı açıklıyorum ve plana Urla civarından dahil oluyor.

Karaburun yol ayrımını geçtikten sonra tırmanışa geçiyoruz. Biraz terliyoruz, biraz susuyoruz ve biraz yoruluyoruz. Saat 10:20 gibi Tepe Kahve’ye varmış oluyoruz. Burada soğuk ayran içip kendimize geliyoruz. Ayran çok iyiydi ikincileri sipariş ediyoruz hemen.

Ayranları içip kendimize geldikten sonra Zeytinler mevkiine kadar aralıksız inişe geçiyoruz.

Zeytinler otoban çıkışına yakın bir civarda Ersin, bize araba ile dahil olacak eşi Pelin’e telefon açıp nerede oldukları hakkında bilgi alıyor. Bir miktar zamanımız var. Özlem, Ben, Berk ve Gürkan benim ne zamandır keşfetmek istediğim bir yeri keşfe gidiyoruz. Yaklaşık 5 km mesafede Barbaros Köy’ü civarında.

Barbaros Köyü’ne giderken yanından geçtiğimiz bir göl. Hemen yan tarafında bir işletme bulunuyor. Dileyen göl manzarası eşliğinde birşeyler atıştırabilir.

Barbaros Köyü’nün arka tarafında bulunan Mezarlık yanı ve Paşköy mevkiine doğru ilerliyoruz. Yol toprak ve biraz bozuk bir hal alıyor. Tam istediğim gibi :) Grupta hiç kimse bu durumdan şikayetçi değildi :)

Berk ve Gürkan

Gps’e kaydettiğim noktaların bir kaçında aradığım yapılar yoktu. En son yerinde olduğuna emin olduğum Çeşme’yi bakmaya gidiyoruz.  Çeşme’yi bulunca buralara kadar boşu boşuna gelmediğimize kanaat getirip moral topluyoruz.

 Çeşmenin hemen yanında bulunan asırlık bir ağaç.

Bir çok tarihi yapı araştırmalarının yanında bir de Çeşme yarımadasındaki tarihi yapıların keşfedilmesi gibi garip bir gobi daha edindim. Bu hobinin en önemli parçalarından biri de çeşmeler. Çeşme yarımadasında akar su bulmak oldukça güçtür. Eskiden su ihtiyacı açılan su kuyuları ile karşılanırmış. Bunu çevrede bulunan terkedilmiş ve halen kullanılan köylerde ve tarlalarda bulunan kuyulardan anlaşılıyor. Suyun bu kadar kıt olduğu yerde ise Çeşme’lerin varlığı özellikle dikkatimi çekiyor.

Bu civarda gördüğüm çeşmelerin neredeyse tamamı aynı mimariye sahip.Üst tarafı kemerli bir yapı, su akan kısmın üst tarafıdna sağ veya sol tarafında su içilecek kap için bir oyuk, ön tarafında suyun göllendiği küçük bir havuz, çeşmenin hemen yan tarafında hayvanların su içebilmesi için yapılmış, çeşmenin önündeki küçük havuzdan bu kısma su akan bir yalak… Kesin olmamakla beraber Osmanlı-Türk mimarisi olduğunu düşünüyorum. Şimdiye kadar bulduğum çeşmelerin bulundukları konum ve Karaburun Yarımadası’nda bulunan Yaylaköy’de durumu oldukça iyi olan tarihi bir çeşmenin üzerindeki arapça yazılar bu tezimi doğrular nitelikte…

Bu çeşme ise gördüğüm diğer çeşmelerle neredeyse aynı yapıda ve hala çalışıyor. Yani su akıyor :) Böylelikle arşivime bir yapı daha ekleyip Barbaros Köyü’ne geri dönüyoruz.

Barbaros Köyü’nde güzel bir sürprizimiz daha var. Burada bir sanat evi var. Eski bir taş binayı özüne uygun olarak güzelce restore eden iki emekli sanat aşığı insan tüm birikimlerini bu binayı sanat evine çevirmeye adamış.

Yerin adı Barbaros Köy’ü Emek Kültür ve Sanat Evi. İçeri girer girmez her yerin özenle dekore edildiğini anlaşılıyor. Burası hakkında pek bir bilgim olmadığından ilk başta butik ve pahallı bir işletme olma ihtimali uyanıyor kafamda. Fakat sanat evi sahiplerinden Zeynep   Bozkurt ile tanışıp biraz sohbet ettikten sonra bu düşüncemin fazlasıyla yersiz olduğunu anlıyorum. Kocası Batuhan Bey kahvedeymiş, kendisiyle tanışamadık. Batuhan Bey, İzmir Kültür ve Turizm Müdürlüğü Güzel Sanatlar Şube Müdürlüğü’nden, Zeynep Hanım ise Maliye Bakanlığı Gelir Uzmanlığı’ndan emekliymiş. Batuhan bey ayrıca ressam, taş ustası ve müzisyen olduğunu da eklemek gerek. Buradan da  hemen anlaşılıyor zaten, herşeyin nasıl bu kadar zevkli ve göze hoş gelir şekilde yapılabildiğinden… Belli ki memuriyet hayatları boyunca hep bu günlerin hayallerini kurmuşlar ve görülüyor ki şu an hayallerini gerçekleştirmiş durumdalar.

Zeynep Hanım’la beraber evin her köşesini yavaş yavaş dolaşıyoruz. Buranın sanat evi olmasıyla beraber taş binanın yan taraflarında bulunan bungalov tipi evlerde konaklama hizmeti ve taş binada da küçük bir restoran hizmeti veriyorlar. O an tok olduğumuzdan ve zaman azlığından dolayı yemeklerinin tatlarına bakamadık.

Batuhan Bey’in kendi geliştirdiği bir resim tekniği var. Dünya da tek olduğunu belirtiyorlar. Değerli, değersiz taşları, kayaçları parçalayıp ufak parçalar şeklinde düz bir zeminde mozaik gibi yapıştırarak çok güzel eserler oluşturuyor.

Bu eserlerin yan tarafında bulunan ikaz ise oldukça ilginç. ”Lütfen bu resimlere dokununuz”. Bu durumu ancak resimlere dokununca anlıyorsunuz evet taşlardan bir resim oluşturulmuş ve bu resmin taşlardan yapıldığını ancak dokunduğunuzda anlayabiliyorsunuz.

 Açıkçası bu özveri isteyen çalışmalara hayran kaldım.

Batuhan Bey’in çalışma odasında daha bitmeyen eserini görüyoruz. Şimdiye kadar gördüğümüz tüm çalışmalarından çok daha büyük ve bir o kadar güzel.

Atölye de bol miktarda çeşit çeşit taş bulunuyor. Bunların bazıları değerli, bazıları yarı değerli ve değersiz taşlar… Taş ve kayaçlara büyük ilgisi olan Berk burada bulunmaktan müthiş keyif aldığı her halinden belliydi…

Son olarak bu sanat evini konu alan bir röportaj ile sanat evi maceramızı sonlandırıyorum.

Daha fazla oyalanmadan yola koyulup bizden daha önce Mersin Koyu civarına varmış olan gruba dahil olmaya çalışıyoruz. Çünkü kamp yapılması muhtemel yeri sadece ben biliyorum.

Arkadaşların yanına geldiğimde Ersin’in eşi Pelin ve oğlu Asil’in de arabalarıyla kamp yerinin yakınına kadar geldiğini görüyorum. Evet çocuklarını da getirmişler. Birazcık şaşırıyorum. Çünkü kamp atacağımız yer o kadar tenha ki yolu oldukça bozuk ve normal bir aracın inmesine imkan yok. Fakat çok geçmeden, Ersin’in ve ailesinin bu tip etkinliklere yabancı olmadıklarını anlıyorum. Asil tek başına deniz kenarında oynarken Ersin ve Pelin’de çadırı kuruyorlardı. Asil tek başına eğlenmesini bilen ve doğadan sıkılmayan akıllı bir çocuk.

Önceden planladığım Koy’a inince hiç ağaç olmadığını görmek beni biraz hayal kırıklığına uğratmıştı. Bu benim için çok önemliydi. Yapacak bir şey yok güzel bir yere kamp attık. Çevre oldukça bakir, kumsala giden düzgün bir patika dahi yok. Bir şekilde kumsala geçip kamp atmaya uygun bir yer buluyoruz. Benden önce İlker su kuyusunun bulunduğu yeri buluyor. Kuyunun ağzı açık olduğundan yüzeye ot,böcek birikmiş. Kova ile kuyunun içindeki suyun yüzeyini temizliyoruz. Kuyudan çıkan su oldukça berrak. Yine de mekanik arıtma için yanımda taşıdığım peştamali bir kaç kat yapıp kabın üzerine yerleştirerek suyun içinde bulunan küçük pislikleri bu şekilde süzmüş oluyorum. Başlangıçta ne kadar tedirgin olsak da suyun berraklığına güvenip bu kuyu suyundan içiyoruz.

Bu arada bu koyda eskiden yaşayan insanlar varmış, bu kuyu da zaten onlardan kalan yapılardan bir tanesi. Koy’un Alaçatı tarafına doğru yıkıntı halinde taş binalar bulunuyor.

 Biz kamp alanına geldiğimizde saat 16:00 idi. Çadırlarımızı kurup su stoğu yaptıktan sonra yemek işine girişiyoruz. Karnımızı da doyurduktan sonra denize giriyoruz fakat bir gariplik var. Abartısız kıyıdan 100 metre kadar açılmamıza rağmen su boyu belimizde idi. Zaten batı tarafımızda ki bir sonraki koy Alaçatı sınırları içinde bulunan dünyanın en önemli sörf merkezlerinden birini barındırıyor. Bu yüzden bu koyun da aynı özellikleri barındırması beni hiç şaşırtmıyor. Eminim gelecekte Alaçatı sörf merkezinin yetmediği zamanlar bu koy da insanlar ve işletmelerle dolup taşacak…

İlker her kampta yaptığı gibi ateş yakıyor fakat her seferinde işleri biraz daha geliştiriyor. En son ocak yapımında çeşitli başarısız tecrübeleri olmuştu. Bu sefer daha taş ağırlıklı ve çamur sıvalı bir çalışma yapıyor. Yaptığı ocak o kadar başarılı ki hem dumanı ile çevredekileri zehirlemiyor, hem rüzgardan etkilenmiyor hem de içine attığımız patatesleri çok güzel bir şekilde pişiriyor !

Berk’i ise pek aramızda göremiyoruz. Fakat bana çok güzel kareler çıkartmama yardım ediyor. Yolculuk boyunca yanında taşıdığı oltası ile balık tutuyor. Bizimle beraberken 2 tane balık tuttu fakat ikisi de küçük olduğundan tekrar denize saldı.

Bu arada fotoğraftan denizin ne kadar sığ olduğu anlaşılıyordur umarım…

Sol tarafımızda bulunan tepede ki rüzgar santralleri. Hemen altlarındaki yüksek gerilim hattına oranladığımızda tribünlerin ne kadar büyük olduğunu çok daha iyi anlayabiliyoruz.

Güneş batınca kamp ateşi ile beraber muhabbete dalıyoruz. Hava çok soğuk olmamakla beraber biraz serinliyor. Bunaltıcı sıcak olmasından iyidir. Ben çantamdaki patatesleri ve sıcakta iyice erimiş olan kaşar peynirini çıkartıyorum. Patatesleri İlker’in yapmış olduğu ocağın içine atıyoruz. Bir süre sonra pişen patatesleri soyup kaşar peynir ve tuz eşliğinde afiyetle mideye indiriyoruz.

İlker’in taş ve çamurdan yaptığı süper işlevsel ocağı.

Özlem ve Sema

Pelin

Ersin

Berk havanın kararmasına aldırış etmeden suyun içinde oltasıyla takılmaya devam ediyor. 

 Pelin

Sabah güneşe ne kadar dirensek de bir süre sonra kalkma ihtiyacı hissediyoruz. Ağaç yok, gölge yok :)

Berk bizden daha önce toparlanıp yola koyulma kararı alıyor. O bugün bizden farklı bir rota izleyecek.Bulunduğumuz yerden  geçen sene açılmış bozuk bir yoldan Alaçatı’ya geçecek ve ardından Karaburun’a doğru yol alacak.

 Sabah mutsuzu Özlem :)

 Aslında mutlu :)

Bu koydaki son saatlerimiz. Elimizde yiyecek anlamında ne kaldıysa sofraya koyup kahvaltı yapıyoruz.

 Asil ve babası Ersin.

Özlem ve Gürkan

 Toparlanıp kamp yerinden ayrılıyoruz. Geri dönüş yolumuzun ilk 100 metresi oldukça bozuk. Binek otomobillerin yol alamayacağı kadar bozuk yer. Arkadaşların hepsi bisikletler elinde çıkıyor bu bozuk yeri. Ben bisikletle :)

 Sema

 İlker

Anayol’a çıktıktan sonra dün geçtiğimiz Birgi-Barbaros köyü yolunu tekrardan geçiyoruz. Çünkü Birgi Köyü’nde kullanılmayan bir okulun yanı başında dut ağacı var. Dut yemeden olmaz. Dut yedikten sonra Barbaros Köyü üzerinden Tepe Kahve’ye tırmanıyoruz. Burada dinlenip ayran içiyoruz. Öğle sıcağına yakalandık ama mecburen yola devam etmek zorundayız. Çünkü akşama yetişmemiz gereken bir düğün var. Öğle sıcağında 40 derece sıcaklıkta yol almak cidden kötü bir deneyimdi. Eve vardığımızda çok yorulmuştuk. Biraz dinlenip duş aldıktan sonra bisikletten dostlarımız Nadire ve Zafer’in düğününe gidiyoruz.

Nadire ve Zafer’e bir ömür boyu mutluluklar dileriz. Darısı başımıza artık :)

————————————————————————————————————————

GPS Verisi: Gps cihazınıza yükleyeceğiniz dosyayı buradan indirebilirsiniz.

Harita Bilgisi:


View Zeytinler in a larger map