Yağcılar – Papaz Koyu Kamplı Gezi

22 Haziran 2012

Yaz mevsiminde İzmir’de haftasonu tatili demek bir bakıma kısaltılmış yıllık izin gibi bir anlama tekabül ediyor. Daha doğrusu yapılan aktiviteler şekil olarak bu duruma işaret ediyor. Nasıl yani? Bir çok insan yıl boyunca çalışır, kısıtlı yıllık iznini tatil yöreleri olan Akdeniz ve Ege kıyılarında bir otelde ya da turistik bir belde de geçirir. E zaten bu civarda yaşayınca her haftasonu güzel bir plajda denize girebiliyoruz. Bunun yanında bisiklet sürmek, cadır kurmak gibi avantajlar da cabası… Kimi için çadır kurmak, sıcakta bisiklet sürmek keyifsiz gelebilir ama ben müthiş zevk alıyorum… Neyse sohbeti keseyim turumuza döneyim.

Yine hafta sonunu iple çekmiş, tüm planları yapmışım hatta yanıma bir yandaş, yoldaş, arkadaş bile bulmuşum. Can Sarı… Zorluk derecesini tam kestiremediğim turlarda aradığım ilk isimdir kendisi… Planımı Can’la paylaşıyorum onun da ilgisini çekiyor ve Cuma akşam üstü Ildırı’da buluşmak üzere anlaşıyoruz. Can İzmir’den Cuma sabahı yola çıkacak, ben ise Alaçatı’dan mesai biter bitmez bir dakika daha kaybetmeden yola çıkacağım. Normal şartlarda planımız Karaburun Yarımada’sının uc kısmında bulunan Sarpıncık Köyü yakınlarında bulunan bir kaç tarihi yapıyı yerinde görmekti.  Fakat sonra planlar değişecek…

Fotoğrafta da görüldüğü üzere hafta boyunca işten sıkılmış ve gerilmiş bir insanın bisiklet sırtında nasıl bir neşe patlaması yaşadığı açıkça görülüyor.

Lastiklerime hava basıyorum ve iyi sayılabilecek bir ortalama hızla yol alıyorum. 10 km kadar yol almıştım ki yüksek devirde pedal çevirmenin etkisiyle birlikte arta tekerin zıpladığını fark ediyorum. Bu iyi birşey değil. Lastiğim hava kaçırıyor, patlamış olmalı. Uygun bir yerde durup arka tekerimi söküyorum. Çok zaman kaybetmek istemediğimden elimden geldiğince hızlı iç lastiğimi söküp, yamıyorum. Dış lastikte, lastiği patlatmış olan nesnenin bir kısmının hala içerde olması ihtimaline karşın dış lastiğin iç kısmını el yordamıyla kontrol ediyorum…

Fakat bir sorun var ve bu sorun  çok ciddi. Dış lastikte yaklaşık 2 cm uzunluğunda bir yarık var. Anlaşılan bu yarık nedeniyle iç lastik korumasız kalmış ve kolayca patlamış. Moralim tamamen çöküyor. Bir kaç dakika birşey yapmadan olduğum yerde dönüp duruyorum.

Biraz manzara seyrediyorum. Hemen yanı başımdaki levhalara göz gezdiriyorum. Fotoğraftaki levha hoşuma gidiyor. İşletmeye olan mesafe adım hesabı verilmiş :)

Sonra Ildırı yönünde bir bisikletçi geldiğini fark ediyorum. Yaklaştıkça sima tanıdık geliyor. Bu Uli abi. Alaçatı’da emekliliğini yaşayan, bol bol bisiklete binen bir bisiklet dostu. Selam veriyorum, o da beni gördüğüne çok şaşırıyor. Olayı anlatıyorum. O da o kadar büyük bir sorun olmadığını çözümünün olduğunu söylüyor. Şaşırıyorum… Nasıl bir çözüm?

O stres ve hayal kırıklığı ile aklıma gelmeyen çok basit ve etkili bir yöntemi Uli abi sayesinde hatırlıyorum. Tabi ya ! Dış lastiği içten yamamak… Tamam lastik eskisi kadar dayanıklı olmayacak ama işimi fazlasıyla görecek. Fakat lastik bu haldeyken planda bulunan bozuk yollara girmek lastiğin sağlığı açısından son derece sakıncalı olabilirdi…

Neyse lastiği tamir edip bisikleti ayağa kaldırdıktan sonra Uli abiye teşekkür edip bir hatıra fotoğrafı çekiniyoruz. Kendisine çok teşekkür ederim. Bisiklete binince biraz olsun keyfim yerine geliyor. İstikamet Ildırı…

Ildırı’dan su alıp yanımdan eksik etmediğim ipim ile  bagajın arka kısmına bağlıyorum. Can Ildırı merkezin biraz dışında. haberleşip yola devam ediyorum.

Önceden de belirttiğim gibi yarımada içindeki tarihi yapılar ve özellikle çeşmeler çok dikkatimi çekiyor ve gördüklerimi, bildiklerimi harita üzerinde işaretleyip fotoğraflarını çekiyorum. Ildırı içindeki çeşmeyi defalarca yanından geçmeme rağmen es geçmişim şimdi fotoğraflıyorum.

Çeşmelerin Osmanlı mimarisi taşıdığını düşünüyordum fakat çeşme üzerindeki yazı bu tezimi çürütmüş oluyor.

 Ildırı çıkışındaki yel değirmeni.

Can ile buluşup yola devam ediyorum. Yol üzerindeki levha dikkatimi çekiyor. ”Kybele Kutsal Alanı”. Yahu buradan da defalarca geçtim ama bu levhayı hatırlamıyorum? İçeri giriyoruz ne var ne yok görmek için…

İlk kazılar 2010 yılında başlamış. Şuan için alanda kayda değer pek bir yapı bulunmuyor.

Görebildiklerimiz  fotoğrafta görülen oyuk kayadan ibaret.

Bir ara buraya kamp atmaya karar veriyoruz. Sonra haritadan bakıp 1 km kadar geride deniz kenarında kamp atabileceğimiz bir yol ayrımı farkedip geri dönüyoruz.

Deniz kenarında maalesef  ağaç gölgesi olmayan düz bir alanda kamp atıyoruz.

Çok iyi bir zamanda kamp yerini bulduk. Bir saat içinde güneş dağların arasında kayboldu. Bu sırada biz de çadırlarımızı kurup ateş yakmak için çevreden odun topladık. Ben çadırımın dış tentesini kullanmamaya başladım. Böylelikle çadırımın içi daha havadar ve her rüzgar esişinde içeride ben de faydalanıyorum. Bu şekilde sineklerden de korunmuş oluyorum.

 Can Sarı

Etraf kuru otlarla kaplı. Muhtemel bir yangına mahal vermemek için ateş yakacağımız yerin çevresini taşlarla belirliyoruz.

Ateş yakmaktaki amacımız tabiki ısınmak değil. Sucuk pişirmek ve bir bakıma kamp kurmanın bir geleneği. Ateşi olmayan bir kamp keyfi olur mu hiç?

 Yakamoz

 Sucuklar pişer. Karınlar doyar, biraz muhabbet ve sonra çadırlarımıza geçip güzel bir uyku çekeriz.

Gün sonu: 18 km

Harita Bilgisi:


View Alaçatı-Ildırı in a larger map

23 Haziran 2012

Sabah 7:00 gibi erken bir saatte gözlerimi açıyoruz. Başka türlü olmasının ihtimali yok zaten. Güneş sıcak öpücükleriyle zorla uyandırıyor bizi :) Kahvaltı yapıyoruz.

Benden daha fazla tedarikli olan Can, lastiğimi tamir etmem için çantasından ip ve büyükçe bir iğne çıkartıyor. Lastiği bir güzel dikip lastiğin içindeki basınçla beraber yarığın büyümesini ve açılması için önlem almış oluyoruz.

Tabii bunca önlem beni kesmiyor. Dışarıdan gelecek olası bir sivri cisim batmasına karşın lastiğin yarık kısmının bulunduğu yere pet şişeden bir parça kesip bant ile yapıştırıyoruz. İşte şimdi tam oldu ! Tamir ettiğimiz yarık dış lastiği arka tekerden ön tekere geçiriyorum. Böylelikle hassas olan yarık lastik daha az yüke maruz kalacak ve sorun çıkarma ihtimalini biraz daha azaltmış oluyoruz.

Dün ana yoldan sapıp kamp alanına geldiğimiz bozuk, toprak yol.

Çok sıcak çok. Tam ana yola çıktığımızda Can’ın lastiği patlıyor ve üst üste gelen talihsizlikler ve sıcak hava ile morallerimiz iyice düşüyor. Açıkçası bu sıcakta asıl planımız olan kısmi Karaburun turu ne kadar sağlıklı olacağı konusunda son derece kuşkuluyuz. Planı değiştirip, Yağcılar Köyü civarında keşfetmeyi istediğim bir koyu keşfetme kararı alıyoruz.

Balıklıova-Karaburun yol ayrımından yönümüzü Balıklıova’ya çeviriyoruz. Hava cidden sıcak…

Ildırı-Balıklıova arasında bir başka çeşme daha buluyorum ve tam da aradığım özelliklerde bir çeşme. Arşive kaydedip yola devam ediyoruz.

Kahvaltıyı sıcak nedeniyle geçiştirmelik yapmıştık. Bu yüzden Balıklıova’ya vardığımızda fecii şekilde acıkmıştık. Bir restoranta girip birer balık, ortaya salata ve aparatif yiyeceklerden oluşan bir menü söylüyoruz.

Karnımızı tıka basa doyuruyoruz. Yüzler gülüyor ama hala yorgunuz. Bu yorgunluk yoğun bir fiziki aktivite sonucu oluşan bir yorgunluk değil, güne yanlış başlama ve sıcağın etkisiyle oluşmuş bir yorgunluk. Bardak bardak çay içip kendimize geliyoruz. Yine de pedal çevirecek durumda değiliz. Zaten hala öğle vakti ve dışarısı fena sıcak !

Hesabı ödeyip yola koyuluyoruz. Fakat çok yol almayacağız. Balıklıova’nın kumsalına geçip hemen yanındaki parka çöküyoruz. Ağaç altlarına matlarımızı serip öğle uykusuna dalıyoruz. Böylelikle yarım kalan uykumuzu almış oluyoruz.

Saat 16:30’da Balıklıova’dan yola çıkıp mola vermeden Yağcılar Köyü’ne geçiyoruz. Bunun için önce eski İzmir-Çeşme Karayoluna çıkıp sonra Yağcılar yol ayrımından içeri giriyoruz ve 270 rakıma kadar tırmanıyoruz. Yağcılar köy kahvesinde oturup çay ve bol bol su içiyoruz. Bölge hakkında kahvehane sakinlerinden bolca bilgi alıyoruz. Burada epey bir vakit geçirdik. En son 2 tane 5 litrelik içi su dolu damacanaları bisikletin bagajına sağlı sollu bağladıktan sonra yola çıkıyoruz.

Artık yolun bozuk ve zor olan kısmına girmiş bulunuyoruz. Bundan sonra 8 km boyunca çok büyük bölümü iniş, bir kaç yerde dik çıkışı olan, genellikle gevşek zeminli bir yolda ilerleyerek Papaz Koyu’na (Halk arasında Aygıtlı Koyu diye geçiyor)  gidiyoruz.

Yolun ilk kilometreleri bildiğimiz toprak yol. Gayet iyi durumda. Rahat rahat yol alıyoruz.

Sonraları yol giderek bozuluyor. Bagajımdaki yük ile beraber toplamda 10 litre su da taşıdığımdan atraksiyona girmeden yavaş yavaş ilerliyoruz.

Hava yavaş yavaş kararıyor. Gün bitmeden koya inmemiz gerek.

Yolun son kilometreleri yol giderek daha dik bir hal almakla beraber  zemin de giderek bozuluyor  ve  bisikleti kontrol etmek son derece zorlaşıyor.

Yolun bazı kısımları toprak kayması sonucu kapanmış gibi görünüyor.

Ve sonunda eğim azaldı, yol bir nebze olsun düzeldi.

Biraz ilerledikten sonra solumuzda bir kaç ahşap, boş yapılar dikkatimizi çekiyor. Ardından denizi gördük ve hemen kıyıya doğru pedalladık. Güneş çoktan battı ve etraf da yavaş yavaş karanlığa gömülüyordu.

Biz burayı son derece bakir ve tenha bir koy olarak bulma umuduyla gelmiştik. Sonuçta bu kadar kötü bir yoldan herhangi bir aracın ineceğini, ya da bu zahmete denize girmek uğruna katlanacaklarını sanmıyorduk. Fakat kıyıya indiğimizde gördüğümüz arazi tipi kamyonet ile bir kaç çadır bizi  dumur etmişti. Merakıma yenik düşüp arkadaşların yanına gidip sordum ”cidden bu yolu araç ile mi geçtiniz?” diye. Evet bu yolu araç ile geçmişler… O andan sonra dört çeker araçlara karşı olan intibam biraz daha değişti…

Hava rüzgarlı. Çadırı kurmakta epey zorlanıyorum. Çadırı kurduktan sonra alkol ocağı ile su ısıtıp makarna pişiriyorum. Bu koyda  acayip bir karasinek yoğunluğu var ve çok kötü ısırıyorlar. İşin ilginç tarafı cilde sürülen sinek kovucu ürünlerden hiç etkilenmiyorlar ! Hani ”rüzgarlı yerde sinek uçamaz” derler ya. Sanırım sivri sinek için geçerli… Karasineklere rüzgar hiç etki etmiyor !

Yine çadırımın üst tentesini kurmuyorum. Böylelikle cibinliğe benzer şekilde bol delikli çadırımın içinde sineklerden korunaklı şekilde püfür püfür bir uyku çekiyorum.

Bir de çok şükür koya bizden önce gelen kamyonetli ekip gece eğlenceyi abartmıyorlar. Müzik sesi bizi rahatsız etmiyor ve zaten geç saatlere kadar ayakta kalmadılar.

Gün sonu: 50 km

Harita Bilgisi:


View Ildırı-Yağcılar-Papaz Koyu in a larger map

24 Haziran 2012

Sabah çadırdan çıkar çıkmaz ilk işim ekip hala orada mı bakmak oldu :)

Çadırları yine gölgeye kuramadık. Aslında bu koyda yeterince ağaç var. Fakat hem denize yakın olan hem de yeterince gölge yapan mekanı diğer arkadaşlar kaptığı için bizim bulunduğumuz yerde bir küçük ağaç var. Güneş battıktan sonra da çadırı kurduğumuzdan haliyle o ağacın gölgesini denk getiremedik. Can sabah uyanır uyanmaz tüm eşyalarını ve çadırını koya indiğimiz ilk yerdeki boş ahşap evlerin oradaki zeytin ağaçlarının altına taşıyor. Ben ise çadırı taşımaya eriniyorum ve direk denize giriyorum.

Denize ilk ayaklarımı soktuğumda su çok soğuk gelmişti. Denize girmek epey zor oldu. Fakat alışınca çok rahatladım. Denizden çıkmak istemedim. Su sıcaklığı bence çok idealmiş.

Can’da benim ardımdan denize giriyor. Bu koyun denizi oldukça temiz ve su sıcaklığı çok çok iyi. Deniz kenarındaki dalgalarla beraber tamburlanmış küçük yuvarlak hatlı taşlar benim çok ilgimi çekiyor. Kendime bir model belirleyip (beyaz ve mümkün mertebe yuvarlak) o tip taşlardan topluyorum.

Bulunduğumuz koyun sol tarafında (doğu tarafı) başka bir koy daha var. Bisiklet üzerinde ulaşım yapılamayacak kadar bozuk bir yol. Fakat yürüyerek pek ala gidilebiliyor.

 Bulunduğumuz Papaz (Aygıtlı) Koyu

 Patika üzerindeki bu kayalar dikkatimi çekti  (yakın çekim)

 Ve doğudaki diğer koy.

 Yakın zamanda buradan bir hayvan geçmiş :)

 Koyun iç kısımları

 Arka taraflara doğru yürüyorum.

Bir dere yatağı var. Oldukça derin ve geniş. Yağmur yağdığında dağdan gelen su bu kanal boyunca gelip denize ulaşıyor olmalı. Şuan bu kanalın sonunda bir su birikintisi ve su birikintisinin çevresindeki yumuşak toprakta bol miktarda hayvan ayak izi …  Anlaşılan hayvanlar buradan düzenli olarak su içiyor.

Bu tarafta bol bol zeytin ağaçları var ve etraf düz. Kamp kurmak için oldukça elverişli ve güzel mekanlar burada.

 Ağaçlıklı kısmın deniz manzarası

Ve bu düzlük bayağı bir devam ediyor. Bu kısımda herhangi bir insan yapısı ya da çöp bulunmuyor. Bizim bulunduğumuz koya nazaran daha bakir olduğu aşikar. Ne imiş ? Tekerin ulaşamadığı koy daha bakir ve sessiz imiş :)

 Geri dönüyorum.

Gün boyunca denize girip, gölgede dinlendik. Sonra yemek yapıp güzelce karnımızı doyurduk. Bu esnada bir jip, bir saat sonrada bir enduro bir motocross ve üç tane scooter indi koya… Eh o küçük tekerlekli scooter da bu yolu geçtiyse biz bu yolu gözümüzde büyüttük demektir :)

 Koy’dan son bir kaç genel görüntü.

Karınları doyurup bir güzel dinlendikten sonra. Saat 16:30-17:00  gibi hazırlanıp yola çıkıyoruz. Artık güneş o yakıcı etkisini büyük ölçüde kaybetti. Sıcaklık 42 dereceden 35 dereceye kadar düştü. Yavaştan yola koyulma vakti. Stoğumuzdaki son suları yanımıza alıp, çöpümüzüde bagajın yan tarafına bağladıktan sonra yola çıkıyoruz.

 Koy’un girişindeki mevzubahis yapılar.

Geri dönüş yolumuz, en az inişimiz kadar zor oluyor. Özellikle eğimin aşırı arttığı ve zeminin son derece gevşek bir hal aldığı son kısımlar (şuan bize göre başlangıç) bizi oldukça zorladı.

Yeteri kadar güçlü ve iyi dengeli bir bisiklet sürücüsü bu yolun büyük kısmını bisiklet sırtında çıkabilir. Fakat bazı kısımlar var ki yüklü bisikletle çıkmak neredeyse imkansız. Ben de bu kısımları bisiklet elimde çıkıyorum.

180 m rakıma kadar tırmanıyoruz. Yolun kalan kısmı daha iyi. Zor yeri aştıktan sonra burada pedallamak çok daha zevkli oluyor.

Ve dinlenmeler dahil toplamda 2,5 saatte koy’dan  Yağcılar Köyü’ne varmış bulunuyoruz. 8 km yolu 2.5 saatte aldığımızdan yolun ne kadar çetin olduğu daha net anlaşılır diye düşünüyorum. Burada yine dinlenip çay, gazoz, soğuk su v.s. elimize geçen serinletici içecek ne varsa alıp içiyoruz.

Hava kararmadan İzmir’e doğru yol alıyoruz. Eğer yetişebilirsek İnciraltı Kent Ormanı’nında Olcay’ların çiğ köfte partisine uğrayacağız.

 Dönüş yolunda 1969 yılı bir çeşme.

 Çok geçmeden 1950 yapımı başka bir çeşme daha görüyoruz.

Bulunduğumuz Demircili-Urla yolundan defalarca geçtim fakat bu uzaktan görülen eski ve atıl vaziyetteki camiyi bir türlü görmemiştim. Google earth sayesinde haberdar olduğum bu yapının koordinatlarını gps cihazıma girip ancak öyle bulabiliyorum. Müsait bir zamanda onu da yakından görüp fotoğraflayacağım.

Yine bir turu daha sonlandırdık. Güzel ve verimli bir tur oldu. Defalarca keşfetmeye niyetlendiğim bir koyu keşfetmek bana çok iyi geldi. Fakat yapamadığımız Karaburun turu içimde kalmadı desem yalan olur. Neyse yaz sonuna doğru havalar biraz serinleyince o tarafa kapsamlı bir tur yapacağım.

Turda bana eşlik eden Can Sarı’ya ne kadar teşekkür etsem azdır. Zor yollarda onun gibi tur arkadaşı bulmak hiç de kolay değil.

Ha bu arada evet tam zamanında İzmir’e geçtik ve çiğ köftelerden bol bol nasiplendik :)

Gün sonu: 52 km

Harita Bilgisi:


View Papaz Koyu-Yağcılar-İzmir in a larger map

GPS Verisi: Gps cihazınıza yükleyeceğiniz dosyayı buradan indirebilirsiniz.