Sea Kayak İle Urla Koyları Keşif Turu
28-29 Temmuz 2012
Yayınladığım son keşiflerde bisikletten epey uzaklaştığımı fark etmişsinizdir. Fakat özde bir şey aynı. Yapılan keşiflerin hepsi kas gücüyle ! Bu sefer keşfimizi deniz yolu ile yapmaya karar verdik. Çünkü karadan bisikletlerimiz ile ulaşamadığımız ya da ulaşmak için büyük çaba harcadığımız koylara deniz yolu ile çok daha kısa sürelerde keşfedebilir, gün içinde çok daha fazla koy keşfedebilirdik ! Kıyı şeridini karış karış gezmek ise cabası…
Kişisel olarak denizde yol alabileceğimiz, kamp yükümüzü beraberimizde taşıyabileceğimiz en mantıklı aletin sea kayak olduğu gördük. Biz diyelim sea kayak siz deyin kano. Arasında belli başlı farklar var fakat kano kelimesi ağzımızda ve beynimizde daha fazla yer aldığından yazımın kalan kısmında sea kayak yerine kano kelimesini kullanacağım.
Kano da karar kıldık peki kanoyu nasıl temin edeceğiz? İzmir’in bu açıdan çok önemli bir avantajı var. Daha çok yeni sayılan Kano Diyarı adlı bir işletme var. Normalde sadece kano satışı yapıp İzmir’de kano sporunu geliştirmeyi hedefliyorlar. Kano kiraladıklarını öğrenince telefon açıp tüm ayrıntıları öğreniyorum. Tek sıkıntımız kanoları denize indireceğimiz yere kadar taşımak… Özlem’in otomobili ile taşıyacağız taşıma aparatlarını da Kano Diyarı bize temin ediyor.
Cuma günü mesai bitiminden sonra Özlem’in arabasını ile Kano Diyarı’ndan kanoları alıp arabaya yüklüyoruz.
Aynı gün akşam Demircil Köyü’nde Muhtarın Yerine sahilde uyku tulumu ve mat ile geçiriyoruz geceyi.
Ekip 4 kişi. Özlem, Ben, İlker, Sema
Saat 7’de uyanıp kahvaltımızı yapıyoruz. Çadır kurmadığımız için çadır toplama zahmetinden kurtuluyoruz.
Kahvaltının ardından kanoları arabadan indirip bagajları yüklüyoruz. 2 kişilik kanonun ön ve arka tarafında olmak üzere iki bagajı bulunuyor.Kanoların bagajları kapaktan su almasa bile kokpitten içeri giren sular bagaj-kokpit arasındaki duvarın yalıtımı yeterli olmadığından bagaja giriyor. Bu yüzden tüm eşyalarımızı çöp poşetine yerleştirdikten sonra bagaja koyuyoruz.
Bir başka sorun ise kanoların bagaj ağızları oldukça dardı. Bu yüzden eşyaları bagaja yerleştirmekte zorlanmanın yanı sıra benim elyaf dolgulu uyku tulumum bagajın ağzından girmedi. Ben de uyku tulumumu çöp poşetine koyup kanonun üst kısımdaki lastiklere bağladım.
Yanımıza bol miktarda su alıyoruz. Bagajlara ve kokpitte bulunan boşluklara sularımızı yerleştiriyoruz.
Bir de güneş mevzusu var tabi ki. Bisiklette olduğu gibi yol kenarındaki ağaç gölgelerinden istifade etme imkanımız pek olmayacak. Kollarımızı ve başımızı iyice korumamız gerek. Bu iş için üretilmiş özel kıyafetlerden almaya ne zaman ne de bütçe izin vermedi. Ben de denize gittiğimde kurulanma amaçlı kullandığım peştamali kollarımı saracak şekilde can yeleğinin içine giyiyorum. Kafamdan çıkarmadığım buff yine yerinde, onun üzerine 7 TL’ye aldığım şapka , gözüme de gözlük oldu bitti… Çok kullanmayı tercih etmesem de yüksek faktörlü bir güneş kremini orama burama sürmeyi ihmal etmiyorum. Koylar arası mesafe ve ne nerede gibisinden yaptığım çalışmaları yüklediğim gps’i de can yeleğine taktım ve hazırım !
Bagajlara kamp eşyaları, giyim ve besin maddeleri yerleştirildi. Bizlerde hazırız artık yola çıkma vakti. (Yol mu? Ne yolu?)
İlk 10 dakika kanoyu yönlendirme konusunda epey cebelleşiyoruz. Kano da neredeyse tüm deniz araçlarında olduğu gibi yönlendirme arka taraftan sağlanıyor. Gerek kürek çekme şekli, gerekse arkada oturan kişinin kuyruğu yönlendirme işlemi nedeniyle kanonun kontrolü için kanonun arka kısmında oturan kişiye büyük iş düşüyor.
Neyse bir süre sonra kanonun nasıl kontrol edildiğini iyice kavrayıp Batıya yani yarımadanın Çeşme yönüne doğru ilerliyoruz.
İlk uğrayacağımız koy Kumlu Koy. Kumlu Koy’u daha önceki yazılarımı takip eden arkadaşlar hatırlayacaktır. Karadan ulaşılabilen koylardan birisi…
İleride Kapıkaya
Kanonun kontrolünü öğrendikten sonra bir diğer öğrenilmesi gereken konu ise senkronize kürek çekebilmek. İki kürekçi aynı anda ve aynı şekilde kürek çekemez ise harcanan güç verimli bir şekilde kullanılamıyor ve bazen kürekler birbirine çarpıyor.
Kumlu Koy’a yaklaşıyoruz. Önümüzdeki kayalığın adı Kapı Kaya.
Saat 10 olmuş. Erken sayılır. Ulaşımı zor olmasına karşın oldukça kalabalık olan bu koy şu an pek bir sakin.
Kanoları kıyıya çekip ilk molamızı veriyoruz. İlker ile Sema bu koya daha önce hiç gelmediler. Bu yüzden Kumlu Koy onların kano ile keşfettikleri ilk yer oluyor.
Denize giriyoruz. İlker ile Sema hazırlıklı gelmişler. Şnorkelleri ve paletleri yanlarında. Uzun süre denizin dibini seyre dalıyorlar.
Kumlu Koy’da su kuyusu olduğundan haberdardık fakat yerini bilmiyorduk. Bu keşifte zaman sorunumuz olmadığından kuyunun yerini kumsalda bulunan diğer insanlara sorarak öğreniyoruz.
Kuyu, kıyıya sadece 50 metre mesafede.
Yanınızda illaki bir kova ve ip bulunması gerekmiyor. Elinizdeki şişe ya da kabı bu şekilde kuyunun içine sarkarak kolaylıkla doldurulabiliyorsunuz.
Tatlı su var ise yemek sorun değil, bulaşık sorun değil, susuzluk sorun değil ve duş sorun değil :)
Bu koyda 1 saate yakın vakit geçirdikten sonra kanolara atlayıp yola devam ediyoruz.
Hemen yan koya geçiyoruz. Papaz Boğazı ya da Papaz Koyu.
Yine geçmiş yazıları takip edenler hatırlayacaktır. Papaz Koyu‘na da bir keşif turu düzenlemiştik.
Papaz Koyu’nun bir kısmını arkadaşlara gezdirdikten sonra kano ile yol almaya devam ediyoruz. Bu kadar sık mola vermek pek işimize gelmiyor. Hem önümüzde keşfedilmeyi bekleyen onlarca koy varken hem de içimizdeki kano kullanma hevesi ve enerjisi bu kadar yoğunken birbirine yakın koylarda bol bol vakit geçirmeyi pek istemedik.
Kano ile yol alırken bol bol susayacağımı düşünürdüm. Garip bir şekilde kano ile sürüş esnasında çok az su içtim. Hatta kendimi su içmeye zorladım diyebilirim.
Kıyıdaki kayalıklar yükselmeye ve sarp bir hal almaya başladı.
Bu küçük mağaraları görmek bizleri müthiş keyiflendirmişti.
Ve yine panaromio da fotoğraflarını gördüğüm bir doğal güzelliği daha keşfediyoruz. Fok Mağarası.
Fok Mağarasını görünce herkesten bir ”vuuuaaaavvv” gibisinden nidalar yükselmişti. Önce etrafı inceleyip mağaranın içine giriyoruz. Mağaranın içi oldukça serin. Bu mağara bizim için çok güzel bir deneyim oluyor.
Fok Mağarası’nı inceledikten sonra yola devam ediyoruz.
Sema keyif yapıyor :)
Ve Düverlik’e diğer adı Merdivenli Koy’a geliyoruz.
Burası enteresan bir yer. Ne zamandır keşfetmek istediğim yerler arasındaydı. Bu koyda yine eski bir yerleşim var. DüverlikKöyü. Halen bazı evlerin sağlam kalmış duvarlarını görebilmek, inceleyebilmek mümkün.
Kıyıya ulaşır ulaşmaz İlker ile ben keşfe çıkıyoruz, Özlem ile Sema ise güneşlenmeyi tercih ediyorlar.
Kıyıdan içeriye doğru genişçe bir düzlük alan var.
100 metre kadar yürüdüğümüzde üzeri tahta parçaları ile kısmen kapatılmış kocaman bir su kuyusu buluyoruz. Burada kuyu olması çok iyi. Yani yine su sıkıntısı yok… Ki söz konusu olan yer eski bir Rum köyü. Su olmadan hayat olmayacağına göre illaki bir su kaynağı olmalıydı.
Su kuyusundan ayrılıp etrafı gezmeye devam ediyoruz. Önce koyun sol yamacındaki yapıları birer birer dolaşıyoruz.
Bir evin yanında keçi boynuzu ağacı vardı. İlker nasıl sevindi anlatamam :)
Bu yamacı bitirdiğimizde karşı yamaçta bulunan evleri gezeceğiz. Fakat koyun karşı tarafına geçtiğimizde fotoğraf makinesi sorun çıkardığından dolayı o taraftan çekilmiş fotoğraf maalesef yok.
Düverlik’in denizi son derece güzel. Turkuaz olan yerin tabanı kumla kaplı. Kıyıdan çok güzel bir görüntü oluşturuyor. Bir zamanlar buralarda insanların yaşadığını bilmek bizleri müthiş heyecanlandırdı. Keşke buraya ulaşım bizler için daha kolay olsa da ara ara buraya kafa dinlemeye gelebilsek…
Düverlik’i etraflıca gezdikten sonra kanolara binip yola devam ediyoruz.
Düverlik’in bir diğer adı olan Merdivenli Koy’un adını alma sebebi işte burası. Kayalara oyulmuş merdivenler… Kısa bir mantık yürüttüğümde bu merdivenlerin Düverlik Köylülerinin yaptığını sanmıyorum. Bence bu sağlam işçilik daha eski medeniyetlere ait. Belki de çevrede atik kent kalıntıları vardır. Bu koyun sol tarafındaki kayalık alanın 3 farklı yerinde bu şekilde denize inen kayalara oyulmuş merdivenler bulunuyor. Bu merdivenler nereye çıkıyor ya da yukarıda ne var bilmiyoruz. Kayalıkların bittiği yerde çok sık makilikler var. Makilikleri aşıp yukarılara bakmak epey zahmetli olacaktı.
Koydan çıkıp küreklere asılıyoruz.
Düverlik’ten çıkınca herşey bir anda değişiyor. Kafamdaki şapka sürekli önüme düşüyor zor tutuyorum. Arkadan destekli bir rüzgar esiyor. Kürek çekmesek bile kano belirli bir hızda seyrine devam edebiliyor. Deniz ise önceye nazaran epey dalgalandı. Öyle aman aman dalga yok tabiki ama kanodaki bizleri epey etkiledi bu durum. Eskiye nazaran daha hızlı gidiyorduk fakat bu bu konforsuz yolculuktan pek mutlu olduğumuzu söyleyemeyeceğim. Hem sonuçta bu yolun bir de dönüşü var. Hem karşı rüzgar hem de karşıdan gelen dalgalar bizi epey zorlayacaktı. Tek temennimiz geri dönüş yolunu sabahın erken saatlerinde durgun denizde bu dalgalı kısmı atlatmaktı.
Düverlik’ten 1.5 km sonra Balık Çiftliği’nin barınağının bulunduğu koya geliyoruz.
Dalgalı Deniz
Bu şekilde Kokar koyuna kadar ulaşabilmemiz çok zor. Keşfimizi eziyete dönüştürmemek için kalan rotamız üzerinde bulunan ender koylardan birine sığınıyoruz. Saat daha 15:00 olmasına rağmen günü burada noktalıyoruz. Demircili’den itibaren 10.2 km kürek çekmişiz. Yorgun değildik ve bir bu kadar daha kürek çekebilirdik fakat keşfi zora sokmamak için temkinli hareket ediyoruz.
Bayağı acıkmışız. Hemen bir makarna patlatıp afiyetle yiyoruz. İlker’in ebay’dan aldığı çin malı benzin ocağı bu aralar epey işimize yaradı .
Yemeğin ardından Özlem’le ben koy da dinlenmeyi tercih ederken Sema ile İlker yanlarında getirdikleri misina ve yemler ile balık tutmak için kano ile koyun biraz açığına çıkıyorlar.
Sema ile İlker yaklaşık 2 saat kadar kano ile dolandıktan sonra 7-8 tane balık ile geri dönüyorlar. İlk tecrübeye nazaran oldukça iyi iş çıkarmışlar. Ne yalan söyleyeyim ben de acayip heveslendim. Aslında çok daha fazla balık tutabilirlermiş fakat misinaları dipteki kayalara takılıp kopmuş…
Boş durmak yok. İlker yine rahat duramadı tabii :) Şimdi de balıkların ve Demircili’den beri yanımızda taşıdığımız patatesleri akşam pişirebilmek için küçük bir fırın yapımına geçiyor ve ben de İlker’e yardım ediyorum.
Taşıdığımız kaya parçası fırının üst kısmını oluşturacak.
Taşlar ile yapılan ocağın tüm birleşim yerleri çamur ile sıvanıyor. Yalnız İlker’in bu koyda bulduğu toprak oldukça ilginç. Toprağın rengi siyah… Haliyle çamur da siyah oluyor.
Fırına sıvanan çamurun kuruması için önce küçük bir ateş yakılıyor.
Fırın ile uğraşırken yavaş yavaş hava kararıyor, ay görünüyor ve dalgalar biraz daha yükseliyor.
Akşam, önce İlker’in soslu bulgur pilavını ardından da közde pişmiş patates ve balıkları mideye indiriyoruz. Açıkçası harcadığımız enerjiden çok daha fazlasını yediğimize eminim :)
Gece sağlam bir uyku çekiyoruz. İlker ile Sema yine çadır kurmadan uyku tulumu ve mat ile uyumayı tercih ediyorlar. Biz ise çadır kuruyoruz fakat çadırın üst tentesini kurmuyoruz. Böylelikle hem püfür püfür rüzgar alan hem de çevredeki sineklerden korunabileceğimiz güzel bir cibinliğimiz oluyor.
Sabah uyandığımızda denizden umduğumuzu bulamıyoruz.Hala dalgalı bir deniz. Bir an önce Düverlik’e kadar gelip dalgalı ve rüzgarlı alandan kurtulmak istiyoruz. Kahvaltı’yı yolda bir başka koyda yapma kararı alıyoruz. Yalnız kahvaltı yapmadığımız için suratlar epey asık. Sabah bir kahve için kendimize gelmek çok önemliymiş :)Düverlik’e gelmeden uygun bir koya yanaşıp kahvaltımızı yapıyoruz ve ruh halimiz birden değişiyor. Kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı :)
Düverlik’e kadar olan dalgalı kısımı aşmak için epey uğraşıyoruz. Hatta bir kaç büyük dalga yüzünden kanoların içine az miktarda su giriyor. Anladığım kadarı ile bizim rotamız üzerinde Demircili-Düverlik koyuna kadar olan kısım aslında çok daha büyük bir koyun içinde kalıyor. Bu yüzden Düverlik’e kadar olan kısımda doğru dürüst rüzgar ve dalga yoktu. Fakat Düverlik’ten itibaren açık deniz rüzgar ve dalgalarına maruz kalıyoruz.
Düverlik’te uzun bir mola veriyoruz. Herkes aynı görüşte, keşke burada kamp kursaydık :) Yolun kalan kısmında yine benzer koylara uğruyor ve keşfimizi sonlandırıyoruz. Demircili Koy’unda Muhtar’ın Yerine bıraktığımız araca dönüp kanoları tuzlu sudan arındırdıktan sonra yeniden araca yüklüyoruz. Çıkışta Muhtar’ın Yeri’inin kestiği 10 TL’lik otopark haracını da buradan belirtmekte sakınca görmüyorum…
Neyse kanoyu yine aldığımız yere Kano Diyarı’na teslim ediyoruz ve turu tam anlamıyla bitiriyoruz…
Merak edenler için. Bizim kiraladığımız iki kişilik kanonun günlük bedeli 100 TL. Yani kişi başı günlük 50 TL’ye geliyor. Bu bedelin içinde kano, can yelekleri , kürek ve araç üstü taşıma aparatları dahil. Kiralanan kanoların geri dönmesini garanti altına almak için kano bedeli kadar senet imzalamanız gerekiyor. Fakat sorun olacak bir uygulama değil. Biz kanoyu zamanında sağlam şekilde teslim ettik seneti de imha ettik oldu bitti ;)
İlk defa yaptığımız bu etkinlikten müthiş zevk aldık ve bir o kadar yorulduk. Çok fazla kullanmadığımız kol ve üst grup kaslara kano sürüşü esnasında epey iş düştü…
Bakalım kano deneyimi ile neler öğrendik?
Kano’da edindiğim tecrübeler:
- İlk deneyim sonrası kolların ağrıması muhtemeldir çok görmeyin.
- Mutlaka ve mutlaka güneşten korunmak için tüm önlemleri alın. Boynu ve yüzü koruyan bir şapka, uzun kollu havadar giyisi (gözden çıkardığınız uzun kollu bir gömlek bile olur), gözlük… Elleri bile eldiven ile korusanız yeridir ;)
- Terlemeye fırsat bulamıyorsunuz. Dalgalardan gelmese bile kürekle kalkan ve yan rüzgarlarla beraber suratınıza çarpan su ile ziyadesiyle serinliyorsunuz. Güneşten korunun gerisi kolay yani. Çok terlemediğiniz için pek su gereksinimi duyulmuyor. Fakat yine de yanınızda bol bol su bulundurun ne olur ne olmaz…
- Fotoğraflar nasıl çekildi? Bunu hiç düşünen yok ! Dslr makineyi burada ziyan edemezdim. Evde bıraktım. 150 TLye aldığım Nikon L23 kompakt makineyi gözden çıkardım. Suya düşse de su temasından bozulsa da çekebildiğim kadar fotoğraf çekmek tek hedefimdi. Faaliyet boyunca makine ara ara su aldı ve geçici süreliğine defalarca kullanım dışı kaldı. Güneşte kurutunca eski haline geri döndü. Bunun dışında fazla fazla sakınarak, kompakt makinenin çalışmadığı zamanlar cep telefonuyla bir kaç fotoğraf çektik. Bir de ara ara Gps cihazının kamerasını kullandım. Epey işime yaradı kerata… Gps cihazının su geçirmemesi en büyük avantajım oldu. Eski model gopromu yanımda getirmediğim için bol bol hayıflandım ne yalan söyleyeyim…
- İki kişilik kanonun bagajlar ağızları dar olmasına karşın kamplı bir tur için iki kişinin eşyalarını almaya yetiyor. Olmadı su geçirmez bir poşet yada çanta ile üst tarafa sarıyorsunuz oldu bitti işte…
- Çift kişilik kano ile saatte ortalama 3 km yol alınabiliyor. Yapacağınız turları bu veriye göre hesaplamanız çok işinize yarayacak.
- Yüksüz kano yüklü kanoya nazaran daha hızlı gidebiliyor fakat dalgalara karşı daha savunmasız oluyor. Bunu da dönüş yolunda azalan su sayesinde hafifleyen kano ile test etmiş olduk.
- Kanolar kıyıda kullanılmak için tasarlanmış. Açık denizde oldukça savunmasızlar. Gerek dalga gerekse rüzgar kano kullanan kişiyi fazlasıyla yıpratıyor.
- Kanonun bagaj kapaklarından su alması epey zor fakat kokpite giren su, kokpit ile bagaj arasındaki duvarın yeterince iyi yalıtımlı olmaması nedeniyle kanonun tabanından su bagajlara girebiliyor. Eminim daha üst modellerde bu sorun yoktur. Fakat yine de işi şansa bırakmayıp eşyalarımızı çöp poşetine koymak en mantıklısı…
- Kano ile koyları keşfetmek son derece eğlenceli ve keyifli. Çünkü dilediğiniz yerde durup etrafı uzun uzun inceleyebiliyorsunuz. Kimseye bağlı değilsiniz. Ve denizle aranızda mesafe yok denecek kadar az.
- Kano ile kıyıdan seyir halinde iken bir koya girdiğinizde dağdan deniz yönüne ilerleyen şiddetli rüzgarlar oluyor. Bu bizi epey etkiledi. Böyle bir durum var haberiniz olsun.
- İki kişilik kano da kürekleri senkronize çekmek son derece önemli.
- Dar bir alanda dönüş yapılacaksa bazen kuyruk dümeni yeterli olmayabilir. Bu gibi durumlarda küreği tek yönlü çekmek gerekiyor. Örneğin sola döneceğiz. Sol ayağımzın altındaki pedalı ittiriyoruz. Sadece sağ taraftan kürek çekerek sola dönüşü hızlandırabiliriz. Alan çok dar ve olduğumuz yerde dönmemiz gerekiyorsa sağ taraftan ileri sol taraftan geri yönde kürek çekersek olduğumuz yerde yavaş yavaş dönebiliriz.
- Denizden üzerimize sıçrayan su zamanla buharlaşarak üzerimizde sadece tuz kalmasına neden oluyor. Ara ara tatlı su ile temizlenmek iyi olur.
- Kano’yu karada taşımak kano kullanmaktan daha zahmetli bir iş. Kısa mesafeler basit bir römork ile bisiklete bağlanarak taşınabilir. Uzun mesafeler için özel araç en mantıklısı. Toplu taşıma araçlarına böylesine büyük bir şeyi sokmak imkansız diyebilirim. Bagaj hacmi kabul etse dahi insan üstü bir ikna yeteneği gerekecektir. Bir başka çözüm ise bir grup arkadaş toplanıp kasalı araç tutmak. Böylece araç üstü taşıma aparatları ile uğraşmaya gerek kalmayacak. Bu yöntemin bir diğer güzel yanı ise bir koyda kanoları suya indirip kiralanan araç ile başka bir koydan kanoları araca yükleme imkanının olması. Böylece gidilen yol geri dönülmeden aynı zaman aralığında çok daha fazla yer keşfedilebilir. Özel araçta ise ekstra bir şoför yok ise aracın bulunduğu yere geri dönme zorunluluğu vardı. Bizde olduğu gibi…
Sanırım anlatacaklarım bu kadar. Mutlaka uygun olduğunuz bir hafta sonu kano keyfini mutlaka yaşayın.
GPS Verisi: Gps cihazınıza yükleyeceğiniz dosyayı buradan indirebilirsiniz.
Harita Bilgisi:
View Sea Kayak in a larger map
Son Yorumlar