Kolophon-Klaros-Metropolis Antik Kentler Turu
23-24 Mart 2013
Sonunda hafta sonu yağmurlarından fırsat bulup tura çıkabildik. İzmir’de yaşayanlar bilir, hafta içi güneş, hafta sonu yağmur şeklinde haftalar geçti. Bizler de biraz hantallaştık haliyle. Poseydon amca bize acıdı ve ”hadi yavrum bu hafta sonu güle oynaya turunuzu yapın, yeni çadırınızda uyuyun, bu kıyağımı da unutmayın ha ” dedi. Bende de rotalar birikmişti hani. Rotalardan rota beğenirken gözüme aylardır yapmayı planladığım fakat gün/mesafe oranı yüzünden cesaret edemediğim Kolophon, Klaros, Notion ve Metropolis antik kentlerini kapsayan rota ilişti… Peki eskiden cesaret edemediğim bu rotada ne değişti? Hafif demir yolu hattı İZBAN :)
Nedir bu İZBAN kerameti? İzmir’de yaşamayan bisikletçiler için kısaca paylaşayım. Bir şehrin ulaşımını düzene sokacak ulaşım araçları bellidir. Toplu ulaşım candır ve bunu destekleyecek en etkili ulaşım araçlarından birisi de bisiklettir. (Ha bir de motosiklet var ama şimdi konumuz değil. Bu konu ile alakalı laf sokacak arkadaş bol bende :p Neyse alıştıra alıştıra :p) Ama gel gelelim İZBAN ve METRO’nun katı bir bisiklet düşmanlığı vardı. Vay efenim diğer yolcularının seyahat güvenliğini riske giriyormuş v.s. Neyse ayrıntıya girmeyeyim. Yıllardır kanser olan bu yasak karşısında baktık sosyal bisiklet konularını misyon edinen kurumlardan tık yok çığırtkan bisikletçiler olarak gün belirleyip Halkapınar aktarma merkezinde toplandık. Bir avuç bisikletlinin iyi sesi çıkmış olacak ki medyanın da desteği ile yeni yıla İZBAN-METRO & BİSİKLET flörtü ile girdik.
Hah işte bizim hikaye de burada başlıyor. Ama biraz geç başlıyor. İZBAN-METRO bisikletleri taşımayı kabul ediyor. Konumuz ile ne alakası var? İZBAN’ın Cumaovası hattı tam bizim rotadan geçiyor ve en bela kısmını atlatmamıza yarıyor.
Bir büyük şehirde bisiklet turu yapmanın en sıkıcı kısımlarından biri şehirden çıkmaktır… Kilometrelerce pedallamanız gerekir. Hem de bunu berbat bir trafikte gerçekleştirmek sıkıcılığın en beteridir. Zaten şehirden çıkana kadar ne enerji kalır, ne moral… İzmir’in de Gaziemir yolu trafiği hep gözümü korkutmuştur. Şimdi İzmir’in merkezinden Halkapınar’dan trene biniyoruz hop Cumaovası’nda olacağız ve tura direk şehir dışından başlamış olacağız.
Narlıdere’den yola çıkıp sahil yolundan devam ediyoruz. Tur teklifimizi kabul edin Pınar ve Paolo’yu Göztepe’den alıp Konak’a doğru pedallıyoruz.
İşi azıcık abartıp Konak’tan METRO’ya biniyoruz. Bir kaç durak ötesi Halkapınar aktarma istasyonu. Bisiklet taşıma işkencesi işte burada başlıyor. Halkapınar METRO’dan İZBAN’a geçilen daracık üs geçitten yüklü bisikletlerimizi, yığınla karşı yönden gelen yolcu trafiği arasında karşı tarafa geçirmekte epey zorlandık. Yürüyen merdiven ve asansör kullanmamız yasak fakat yüklü bisikletleri onlarca basamak yukarıya taşıyıp fıtık olacak kadar psikopat olmadığımızdan kuralları nazikçe çiğnemeyi yeğliyoruz.
İstasyonda ki güvenlik görevlileri oldukça ilgili ve alakalıydılar. Nerede duracağımızı, hangi vagona bineceğimizi gösterdiler. Yine de kurallarda ve uygulamada çeşitli mantıksızlıklar vardı. Umarım zamanla çözülür.
Neyse sonunda İZBAN’a biniyoruz. Başlangıçta fotoğrafta görüldüğü gibi ayakta durmak zorunda kalıyoruz. Sonra yerler boşalınca vagonun uygun alanına bisikletleri sıralayıp koltuklara oturarak keyifli bir seyahat gerçekleştiriyoruz. Özlem ve ben sabah kahvaltı yapmamıştık. Yola çıkmadan aldığımız simit ve meyve suyu ile trende sabah kahvaltımızı yapıyoruz.
Böylelikle rotayı 20 km kısaltarak büyük bir dertten kurtulmuş oluyoruz.
Cumaovası’na vardık. Hemen yola koyuluyoruz. Bir gariplik var. Yok arkadaş alışmamışız böyle direk tura çıkmaya. E hani trafiğin içine dalmadık? Araçlar bizi sıkıştırmadı? Bu durum garibimize gitti fakat çok sevdik.
Yola çıkalı daha bir kaç kilometre oldu olmadı gps de çizdiğim rota bizi asfalt yoldan çıkarıp toprak yola sürükledi. Hayır toprak yol da olsa öyle pek kullanılan bir yol izlenimi de vermiyor. Yol üzerinde bir kaç kere etraftaki insanlara sorduk. Evet gideceğimiz yere giden ara yol tek bu var. Zaman zaman derin su göletlerinden geçerek yola devam ettik.
Pınar ve Paolo bu tip yollara ziyadesiyle alışık olduklarından yolun bu kısımlarından hiç şikayetçi değiller. Trafik olmasın da ne olursa olsun diyorlar… Özlem ise garibim şu geçen 1.5 sene süre zarfında o da kabullendi benim kara bahtım ve toprak yollarıma :)
Ama yok erken başlayan macera daha bitmedi. Bu sefer önümüze köprüsü olmayan bir dere çıktı. Neyse ki su derin değil. Önce Paolo ve ardından ben bisiklet üstünde dereyi geçmeye çalışıyoruz. Geçiyoruz fakat ayakkabıları ıslatmaktan kurtulamıyoruz.
Bayanlar daha temkinli. Önce ayakkabıları ve çoraplar çıkartılıp sağlama alınıyor, ondan sonra yalın ayak dere geçiliyor :)
Yolumuz yaklaşık 7 km kadar bu şekilde devam etti ve Develi’ye vardık. Paolo Türkçe’yi sonradan öğrendiği için kelimelere karşı farklı açılardan bakabiliyor. Develi bizim için gayet sıradan bir yerleşim adı iken Paolo ”Develer nerede?” gibi basit ve etkili sorular sorarak bir anda farkındalığımızın tavan yapmasına sebep oluyor.
Develi meydan da bu deve tartışmasını yaparken çaylarımızı, kahvelerimizi yudumluyoruz. Sonra Gümüldür’e giden ana yola çıkarak yolumuza devam ediyoruz. Yolda geniş bir emniyet şeridi var ve bu şerit o kadar geniş ki zaman zaman iki bisikletli yan yana bisiklet sürebiliyoruz.
Bu rotayı ilk çizdiğimde Olcay bana yolumun üzerinde Kolophon adlı bir antik kentin olduğundan bahsetmişti. Ben de internetten araştırdığım kadarı ile öyle çok belli bir yapı bulamayacağımı düşünerek çok da üzerinde durmamıştım. Gidip bulamamak var çünkü işin ucunda. Pınar verdiğim rotayı resmen hatim etmiş. Kolophon antik kentinin varlığını bir arkadaşı da onaylayınca rotaya dahil ediyoruz. Üstüne üstlük bu levhayı da görünce kayda değer bir şeyler görebileceğimizden artık eminiz. Çünkü öyle antik kalıntılar var ki yönlendirme levhası dahi yok.
Bu günlük gideceğimiz mesafe kısa olduğundan tura geç başlamıştık. 13:30 gibi Kolophon’un aşağısında bulunan Değirmendere’ye giriş yapıyoruz. Önce karnımızı doyurup sonra insanlara sora sora antik kentin bulunduğu yamaca giden araç yolunun sonuna kadar geliyoruz.
Kalan yol patika olduğu için bisikletlerimizi bir ağaca yaslayıp kalan yolu yürüyerek devam ediyoruz. Burada kendimize bir de küçük bir gönüllü rehber edindik.
Patikadan tırmanınca dağın yamacında bulunan düzlüklerde işlenerek duvar kapılmış taşlar dikkatimizi çekiyor. Hemen ileride bir tapınak tabanı olduğunu sandığımız basamaklı bir yapı var. Çevrede pek çok antik kente dair kalıntı var. Yer yer yüzey kazı çalışmaları yapılmış. Muhtemelen pek çok define avcısı da bu toprakları arşınlamıştır.
Özlem
Pınar&Paolo
Rehberlerimiz :)
Yüzey kazılarında gün yüzüne çıkmış künk hattı.
Etrafta bol bol kiremit parçaları gördük. Ha bu arada bu Kolophon’luların olayı nedir? İyon kentleri arasında deniz kenarına yerleşmek yerine dağ yamacına yerleşmeyi tercih etmiş tek kenttir. Kim bilir belki de deniz kenarında bulunan Notion’un Kolophon’luların deniz kenarına yerleşmelerine engel oluşturmuş olabilirler. Zaman içinde çeşitli imparatorlukların egemenliğine girmişler. Perslerin egemenliğine girmeleri kentte yıkıma yer açmak yerine kentin kalkınmasını sağlamış. Bu dönemden itibaren Kolophon’da sikke basılmaya başlanmış. Bir nevi darphane diyebiliriz.
Kutsal alanın bulunduğu düzlükten yukarıda doğru lokal kazılar yapıldığını gördük ve yukarıya doğru tırmanmaya devam ettik. Bir süre sonra kazılar da son bulup büyük bir kayanın dibine gelince arkadaşlar dönmeye karar veriyor. Meraklı ben kayanın arkasında ne olduğunu görmek için tırmanmaya devam ediyorum. Kayanın arkasında da bir şey olmadığını anlayınca arkadaşlarla görsel teması kaybetmeden iniş yoluna geçiyorum.
Yol boyunca epey dinlendik ve mola verdik. Zaman da ilerliyor tabii. Daha dolaşmamız gereken iki antik kent var ve kamp kuracak yer bulma arayışımız olacak.
Kolophon’da daha fazla oyalanmadan yola koyuluyoruz. Ana yola çıkabildiğimiz kadar geç çıkmaya çalışıyoruz. Kamp atacağımız yerde su ve ekmek bulamama ihtimaline karşın yol üzerindeki bir bakkal ve fırından kampta ihtiyacımız olan yiyecekleri tamamlıyoruz.
Benzinliklere bir süredir asıl kurulma amacı dışında hiç gelmemiştim. Benzin istasyonlarını sadece tuvalet olarak kullanmak da pek keyifliymiş :)
Bu günlük yolumuzun üzerinde Klaros ve Notion kaldı. Klaros bir bilicilik merkezi. Kahinlik, geleceği görme olayları falan. Muhtemelen Notion antik kentinin bulunduğu civara bir yere kamp atacağız fakat daha tam olarak kamp yerimiz kesin olmadığından hava kararmadan kamp yerini kesinleştirmek tek gayemiz. Yol aşağı doğru hafif eğimli, karşı rüzgarda yok rahat rahat pedallıyoruz.
Klaros bilicilik merkezine gitmek için ara yola dalıyoruz. Klaros’un kapısında yazan ”Bilicilik Merkezi” ibaresini ”Binicilik Merkezi” olarak algılayınca kendi içimde küçük kargaşalar yaşadım. Binicilik derken? Hipodrom? Koşan atlar falan? Neyse ki kimseye çaktırmadan kısa sürede doğruyu anlayabildim :)
Klaros bölgenin önemli yerlerinden birisiymiş. Homeros amcamız gördüğü bir rüya üzerine , buradaki kahinlere de danışarak İzmir Kadifekale’de bulunan Smyrna kentini kurmuş. Benim garibime giden nokta ise buranın gayet geniş bir vadi tabanına kurulmuş olması. Tamamen tehlikeye açık bir bölge. Demek ki maddi anlamda çok hayati bir öneme sahip olmamakla beraber bölge genelinde kutsal sayıldığı için kimsenin el sürmeye yeltenemediği bir yer olarak yorumladım ben. Tabii bilgilendirme levhalarından hatırladığım kadarı ile buradaki yapılar doğa olayları ile değil de insan müdehalesi ile yıkılmış. Birileri için kutsal değilmiş demekki… Bir de bizim gittiğimiz Mart ayında gördüğünüz üzere tapınak zemini sular altındaydı. Tapınağın altında kemer kubbeli koridorlar bulunuyormuş. Yazın bu kısımlar da gezilebilir oluyormuş.
Homeros amca.
Dedim ya kamp yeri sıkıntılı. Klaros’dan yarın tekrar uğramak üzere erken erken ayrılıp yola koyuluyoruz. Çok güzel bir ara yol bulup direk Notion kentinin bulunduğu tepenin dibine çıkıyoruz.
Kamp atmak için tepenin yanında Ahmetbeyli Beldesi’nin deniz kenarı mesire yerini gözümüze kestiriyoruz.
Kent kalıntıları buradan gözüküyor.
Turu güzel bir saatte bitirip çadırlarımızı kurduk. Ben de büyük bir heyecanla yeni aldığım çadırımı kurup incelemeye başladım. Biraz minimalist olup 3 kişilik yerine 2 kişilik bir çadır almıştım. Çadırın herşeyi on numara fakat çadır birazcık dar mı ne? Özellikle 2 kişi olunca eski çadırın rahatlığını biraz arar olduk. Bunun dışında her ayrıntısı tam istediğim gibi.
Özellikle çift giriş ve çift bagajının olması, girişlerin yanlardan verilmesi ve oldukça geniş olması en çok sevdiğimiz detaylardandı.
Güneş batarken yemek yapıp yedik. Paolo ve Pınar yemek yapmayı çok seviyorlar. Eh biz de yemeyi çok severiz. Hele ev yemeği ise ! Bu kamplarda onlardan çok şey kapıyoruz. Basit tarifli farklı tatlar tadıyoruz. Ve bunları yaparken karnımız doyuyor ne güzel :) Hava biraz soğuyor mu ne? Yanımızda getirdiğimiz polar ceketleri giyiyoruz fakat ne fayda ! Dışarda oturmaya kararlıyız. Uyku tulumlarını üzerimize örtüp sohbete devam ediyoruz. Bu Pınar-Paolo çifti (P&P) tek uyku tulumunu üzerlerine çekebilirken Özlem ve ben, benim yüzümden iki tuluma birden sığamadık gitti. Pınar’ın bir yerlerden edindiği beyaz çayı yudumlarken orta vadeli planlar, projelerimizi paylaşıyoruz. Hava iyice soğuyunca dayanamayıp çadırlara giriyoruz. Sabaha karşı sıcaklık +4 dereceye kadar düştü.
Akşam yatağa yattığımda tulumu sadece üzerime örtmüştüm. Sabah kalktığımda tulumun içine girip tüm ayarlarını sıkmış haldeydim ve burnumun ucu üşümüştü :) Özlem ısrarla çadıra suç buldu. Husky Bird’ün daha sıcak tuttuğunu iddia ediyordu. Neyse ki Pınar ve Paolo’da üşüdüklerini söyleyince Özlem gecenin soğuk geçtiğine ikna oldu fakat yine de eski çadırın daha sıcak tuttuğu fikrinden kurtulamadı :)
Sabah erkenden kalkıp Zeytin adlı bir işletmede kahvaltı yapmayı kararlaştırmıştık. Pınar’a oranın kahvaltısını çok övmüşler. Mesafe yakın aslında fakat dün ben Klaros’u ayrıntılı dolaşamadığım için bugün tekrar uğrayacağız. Bu yüzden açlıktan perişan olmamak için ufak bir kahvaltı yapalım diyoruz fakat bildiğin kahvaltı yapıyoruz :)
Ha bir de geri dönüş hikayesi var. Bir kaç ihtimalimiz var. Torbalı’da tur biter Cumaovası’na pedallayıp İzban’a binmek… Fakat ancak saat 20:00’dan sonra trene bisikletlerimiz alınıyor ki bu saat bizim için çok geç. Eve kadar pedallamak… Şehrin pazar trafiğini çekmek hiç eğlenceli olmayacak. Bir de Torbalı’dan bölgesel trenlere binip Basmahane’de inmek… Bisikletlerimizi trene alırlar mı bilmiyoruz. Ki bu ihtimalde de daha önceden TCDD ile yaşadığım tecrübelere dayanak ihtimal dahi vermiyorum… Neyse Pınar Torbalı Gar’a telefon açıp bilgi aldı. Olumlu yaklaştılar. 17:10 treni bizim için uygun gibi… Turu biraz hızlandırmamız gerekecek. Hem Zeytin adlı işletmede kahvaltı için hem de turu zamanında bitirebilmek için Notion antik kentinin dibine kadar gelip geri döndük. Neyse öyle veya böyle bir ara tekrar geleceğim buralara ;)
Tuvalet ihtiyacı için yol üzerindeki bir kahvede mola veriyoruz. Enteresan tiplerdi. İlgilenen yok, çay söylersin gelmez, selam verirsin havada kalır. Anlamadım gitti. Neyse çayı da güzel değildi zaten. İşimizi görüp kaçtık ordan.
Klaros’a geldiğimde bana yarım saat verdiler. Bende koştur koştur dolaştım tekrardan. dolaşılacak yerlerin yarısı sular altında kaldığı için turumu 5 dakika erken bitirdim. Klaros hakkında bildiklerimi dün uğradığımız kısımda zaten yazdım. Şimdi sizi fotoğraflarla baş başa bırakıyorum.
Tapınak maketi.
Tapınağın sütunlarına bakarak bile ne kadar devasa bir yapı olduğu anlaşılıyor.
Homeros.
Tapınak sular altında…
Pınar & Paolo
Klaros’u da bitirinde yola koyuluyoruz. İstikamet Zeytin adlı kahvaltı mekanı. Dün indiğimiz hafif eğimli yoldan çıkıyoruz. Dün görmediğim bir kaya mezar dikkatimi çekiyor.
İçeride yan yana oyulmuş iki mezar bulunuyordu. Çevrede bu yapı ile alakalı herhangi bir bilgilendirme levhası falan bulunmadığı için boş bol bakıp çıktım. Ama kaya mezarı denince aklıma hep Frigliler geliyor.
Sonunda kahvaltı mekanına geliyoruz. Salaş fakat güzel bir mekan. Yalnız serpme kahvaltı yiyecek halimiz kalmadı. Kampta yolda acıkmayalım diye kahvaltı yapmıştık fakat ayarı kaçırmışız. Ben menemen söyledim, Pınar ve Özlem kaşarlı omlet spariş verdiler. Paolo çay keyfi yaptı. Sanırım yılın ilk menemenini yemiş oldum :)
Kahvaltı faslından sonra yola koyulduk. Ana yoldan ayrılıp bizi Torbalı’ya çıkaracak olan bir ara yola saptık. Yol asfalt, araç trafiği çok çok az. Tatlı iniş çıkışları olan bir kaç köyden geçen güzel bir yol. Rotanın bu bölümü ekipten tam not aldı.
İzmir’de taksicilik yapan bir arkadaş. Hafta sonu tatilinde köyüne gelmiş arılara gidiyordu. Yolda Paolo ile bir süre sohbet etti.
Ve uzun tırmanışın başlangıcındayız. Uzun kollu ceketleri çıkarmanın zamanı geldi. Yaklaşık 200 metre kadar irtifa kazanacağız.
Ortalama bir eğimde tırmanıyoruz. Hatta biraz terledik mi ne? Bir süre sonra güzel bir ova manzarası ile karşılaşıyoruz.
Tırmanış 2.5 km kadar sürdü. Google Earth verisine göre ortalama %10 eğimli bir tırmanışmış. Biz o kadar etkilenmedik. Muhtemelen rahat çıkmamızda hava sıcaklığınında rolü büyüktü.
Tırmanışın ardından uzun bir inişe geçiyoruz. Yolun sonunda yol ikiye ayrılıyor. Biz sağdan devam ederek Özbey Köyü’ne varıyoruz. Buradaki kahvede çay içiyoruz. Kahve tıka basa bolu. Anlaşılan buranın erkeklerinin pek işi gücü yok. Zaten bakışlardan da rahatsız oluyoruz. Çaylarımızı içip vakit kaybetmeden Metropolis’in yolunu tutuyoruz.
Metropolis’te hummalı bir çalışma vardı. Ahşap yürüyüş yolları yapılıyor. Bizim gezebildiğimiz kısımlarda pek kazı çalışması yoktu. Giremediğimiz bölümlerde çalışma yapılıyor olabilir. Kapıda müze kart göstereceğimiz kimse yoktu. Yani elinizi kolunuzu sallaya sallaya girebilirsiniz. Sanırım bu duruma en çok müze kartını evde unutan Pınar sevinmiştir :) Bu müze kart denen şey de ne acayiptir. Evde ve ya diğer çantada unutulmaya çok müsait bir şey. Özlem’le ben de zaman zaman müze kartımızı çeşitli yerlerde unuttuğumuz çok olmuştur :)
Tren saatine göre antik kentte ne kadar zaman dolaşacağımızı hesaplayıp ona göre koyuluyoruz yola.
Girişte mozaiklerin bulunduğu kısıma hızlıca göz atıyoruz.
Burada bulunan bir kaya dikkatimi çekiyor. Antik kent ve tarihi köylerde bol bol gördüğüm mermer benzeri taşlardan bu sefer yekpare kaya şeklinde görüyorum.
Metropolis’in pek de büyük sayılmayacak bir tiyatrosu var.
Çalışmaları hızla devam eden ahşap yürüme yolundan seke seke devam ediyoruz
Tepeye doğru bir kaç ufak yapı daha var. Kapsamlı bir kazı çalışması yok. Eminim buranın da altından çeşit çeşit tarihi yapılar çıkacak.
Bu arada ne ilginçtir çevrede azımsanmayacak miktarda yerli turist vardı. Çoluğunu çocuğunu kapan gelmişti. Klaros’ta ise bir biz bir güvenlik kamerası bir de çevrede otlayan hayvanlar vardı :)
Tren saatine uygun bir biçimde geziyi bitirmenin haklı grurunu yaşıyoruz.
Ben daha önceden Torbalı tren istasyonunun yerini işaretlemiştim. Yaklaşık 15 dk kala istasyona vardık. Fakat gittiğimiz istasyonun Tepeköy Tren istasyonu olup, Torbalı Tren istasyonunun buraya 3 km mesafede olduğunu öğrenmemiz uzun sürmedi. Neyse ki zamanında Torbalı tren istasyonu’na gittik. Pınar gişe memuru ve ardından hareket amiri ile görüştü. Hareket amiri hiç tahmin etmeyeceğim kadar ilgili ve nazik davrandı. Demek ki Tcdd’de işini layıkı ile yapan insanlar da varmış…
Bisikletlerimizi vagon başı 2 bisiklet şeklinde yerleştiriyoruz. İki bisiklete 5 TL olmak üzere bisiklet başı 2.5 TL bagaj ücreti kesiliyor. Hani bisiklet başına 10 TL ücret kesilse bile gözümüzde değil. Rahat rahat İzmir’e döneceğiz ve tam şehrin göbeğinde ineceğiz.
Rahat bir tren yolculuğu ile İzmir/Basmahane Gar’ında iniyoruz. Bi an yine afalladık. Nasıl olur? Bir anda şehrin merkezine girdik. Ne büyük nimetmiş bu demir yolu ! Bu tren hattını daha sık kullanma konusunda karar aldık.
Pınar ve Paolo bisikletlerini yıkatıp eve gittiler. Özlem ve ben ise önce karınlarımızı doyurup verdiğimiz kalorileri fazla fazla alarak waffle ile günü tatlı bir şekilde sonlandırdık :)
1. gün 38 km
2. gün 43 km
GPS Verisi: Gps cihazınıza yükleyeceğiniz dosyayı buradan indirebilirsiniz.
Harita Bilgisi:
Şunu daha büyük bir haritada görüntüle: Klaros-Metropolis
-
quem4R