Kokar Koyu – Tatar Köprüsü- Roma Hamamı Keşif
24-25 Kasım 2012
Havalar giderek daha da soğuyor fakat bu durum bizim keşif yapmamıza engel değil. Bu haftasonu yapacağımız keşif Kokar Koyu’na olacak. Şimdiye kadar Demirci ve Çeşme arasındaki bir çok koyu karadan ve denizden keşfettik. Kokar Koyu ise bu iki sınırın tam ortasında kalan bir koy. Hazır boş vakit bulmuşken burayı da aradan çıkartalım diyoruz. Bu gün yanımda sadece Can var. Keşif turlarımda bulunmasından zevk aldığım kişilerden birisi. Zor durumlarda sorun çıkartmak yerine çözüm odaklı çalışan, sevdiğim kişiliklerden.
İzmir’den çıkış saatimiz biraz sarkıyor. İkimizde kahvaltı yapmamışız. Yol üzerinde bir mekanda oturup kahvaltımızı yapıyoruz. Böreği pek sevmedim ama tulum peynirli simit harikaydı… Ah bir de bardakları temiz olsaydı kahvaltımı daha bir iştahla yapabilecektim !
Kahvaltımızı yaptıktan sonra pedallara daha pek basabiliyoruz.
Yer yer ara yollara sapıp daha önceden de gördüğümüz tarihi eser kalıntılarını tekrar görüyoruz. Fotoğrafta görülen yapı İçmeler mevkiinde bulunan roma döneminden kalma bir köprü kalıntısı.
Karaburun kavşağına 1 km kala sağa sağan bir toprak yol var. Daha evvelinden bu civarda bir antik roma hamamı olduğunu biliyordum. Bir ara google earth üzerinden de tam yerini bulduğumu hatırlıyorum fakat hiçbir yere işaretlememişim. Pek vaktimiz yok aslında fakat bi beş dakika bakıp çıkalım diye giriyoruz içeriye.
Bisikletin rahatlıkla gidebileceği toprak bir yolda ilerliyoruz.
Önümüze bir yol ayrımı çıkıyor. Ben küçük bir tepeye çıkan yolu tercih ediyorum. Küçük rampayı tırmandığımızda önümüzde kocaman bir düzlük alan ve deniz manzarası çıkıyor.
Burada biraz dolanıyorum.
Sonra antik roma hamamının tam yerini öğrenmek üzere arkadaşım Olcay’ı arıyorum. Sapmadığımız diğer yoldaymış. Zorlanmadan buluyoruz hamamı.
Beklediğimden çok daha güzel bir yapı ile karşılaşıyorum. Tamam mimari olarak çok estetik ve görsel olmayabilir fakat yüzyıllar evvelinden hamam olarak yapılan bir yapı halen amacına hizmet edebiliyor. İçeride havuz var ve içinde sıcak su. Su son derece berrak. Kapıdan içeri süzülen ışığın suya düşen kısımlarında sudan çıkan buhar rahatlıkla görülebiliyor.
Yanımda her ihtimale karşı mayo ve havlu getirmiştim. Bu fırsatı kaçırmak istemedim. Dışarıda hava sıcaklığı 12 derece civarında seyrederken ben içeride sıcak suyun tadını çıkardım. Epey keyifliydi. Asıl konfor havuzdan çıktıktan sonra belli oldu. Dışarıda deli bir rüzgar varken ben rüzgardan etkilenmeden, ayaklarım çamur olmadan ve etraftan ”biri beni gördü mü?” çekincesi olmadan rahat rahat kurulandım ve üzerimi değiştirebildim.
Açıkçası İzmir’e bu kadar yakın olan bir yer nasıl oluyor da bu kadar bakir kalabilmiş şaşıyorum doğrusu. Ama en güzeli bakir kalması zaten. Su temiz ve yapı kısmen iyi durumdaydı. Etrafta bulunan ufak tefek çöpler, duvarlardaki bir kaç sprey boya yazıları ve yapının bir köşesinde yakılmış ateşi saymıyorum…
Roma hamamından çıkıp yolumuza devam ediyoruz. İYTE’nin bulunduğu Karaburun-Çeşme-İzmir kavşağında bizim geliş yönümüze göre (İzmir-Çeşme istikameti) göbekten sonra sola sapan yola giriyoruz. Başlangıçta asfalt olarak girdiğimiz yol kısa bir süre sonra mıcırlı toprak zemine dönüşüyor. Bu yola daha önceden Düverlik (Merdivenli Koy) Keşif turunda girmiştik fakat çok ilerlememiştik. Şimdi ise bu yolda daha uzun mesafe yol alıyoruz. Gidiş yönümüze göre genel olarak hafif çıkış olacak şekilde otobana paralel şekilde yol alıyoruz.
Yolda bol bol oyalandık, durduk fotoğraf çektik. Haliyle zaman da epey ilerledi. Zaten yola da geç çıkmıştık. Günlerin kısalmasından bahsetmiyorum bile . Kısaca çok fazla yol yapmamak için epey bahanemiz var :)
Ve Kokar Koyu’na sapacağımız yol ayrımına geliyoruz. Can’a otobanın diğer tarafında bulunan Tatar Köprüsünü göstermek için gideceğimiz yoldan 200-300 metre kadar farklı istikamette ilerliyoruz. Girdiğimiz yol Zeytinler Mevkii’nden eski İzmir-Çeşme yolu ile tekrar birleşiyor. Tatar köprüsü benim çok sevdiğim yapılardan biri. Can’ında çok hoşuna gidiyor. Hemen fotoğraflıyoruz. Yalnız Kokar Koyu’na ulaşabilecek kadar zamanımız kalmadı. Köprü yakınlarında uygun bir yere kamp atmayı kararlaştırıyoruz. Böylece sabahleyin köprüyü yakından, uzun uzun inceleme fırsatı bulabileceğiz.
Yolun hemen alt tarafında çelik konstrüksiyonları kalmış bir köprü kalıntısı daha var. Burada bulunan bir düzlüğe kampımızı atıyoruz. Bulunduğumuz yer yola çok yakın olmasına karşın etraftan görünme şansımız çok zor.
Hava kararmadan çadırlarımızı kurup yemek faslına geçiyoruz. Benim emektar benzin ocağı (Nam’ı diğer Nazlı) tekrardan faaliyete geçiyor. Menü de Can’dan ev yapımı tarhana çorbası var. Afiyetle mideye indiriyoruz çorbayı. Havanın soğuduğu şu günlerde sıcak tarhana çorbası ilaç gibi geliyor bize.
Peşinden ton balıklı makarna yapıyoruz. açlıktan değil, sırf can sıkıntısından kendimizi yemeğe veriyoruz :) Ha bu arada bu çevrede çok fazla sivri sinek var. Kasım ayının son günlerininde sivrisinekler bize zor anlar yaşattı…
Kamp kuırduğumuz alan son derece sınırlı ve etrafı uçurum :) Ateş yakacak kadar yeterli boş alanımız yok. Ateş yakamayınca gece geç saatlere kadar oturup hoş zaman geçiremiyoruz. Tripod ile bir kaç gece fotoğrafı çekip çadırlarımıza geçiyoruz.
Sabah kalkıp mini bir kahvaltının ardından kendimi direk Tatar Köprüsü’nün yanına atıyorum.
Yine o kadar sağına soluna bakmama rağmen tam olarak ne zaman yapıldığına dair bir bilgi bulamıyorum. Yalnız 10 yıl içinde bir tadilat gördüğüne dair düşüncelerim var. Muhtemelen en eski İzmir-Çeşme yolu için yapıldığını düşünüyorum. Geldiğimiz yolda da bunu doğrular izler var. Hele Düverlik (Merdivenli Koy) Keşif turunda karşılaştığımız Hamza amcanın bahsettiği yol yapım tekniğini birebir görme fırsatı yakalıyorum.
Köprüden kamp attığımız yeri gösteren bir fotoğraf çekiyorum. Nasıl bir yerde kamp attığımızı daha iyi anlayabilirsiniz.
İşte Hamza amcadan yapımı hakkında bilgi aldığım en eski İzmir-Çeşme yolundan izler. Hamza amcanın anlatımına göre bu yolun yapımına 1950 yılında başlanmış. Ya da yolun bu kısmının yapımı 1950 yılına tekabül ediyor diyebiliriz. Hamza amcanın anlatımı ve şimdi tam olarak yolu yerinde görünce o günün şartları kafamda daha iyi şekillendi diyebilirim. Fotoğrafı çektiğim yer köprünün karşı tarafında yer alıyor.Yolun devamı yok. Otoban kesiyor. İşte bu yüzden kaplama uzun süre bozulmadan kalabilmiş. Otobanın da 1989-1997 yılları arasında yapıldığını düşünürsek bu tarihlerden evvel eminim yolun büyük kısmı sağlam vaziyetteydi. Çünkü bu yoldan sonra yapılan yeni yol ( o zamanın yeni yolu) ortalama 3 km kuzeyde bulunan başka bir vadiden geçmişti. (Tabii bu durum ancak en eski Çeşme yolunun şuan ki otoban güzergahından geçtiğini varsayarsak geçerli. Fakat yolun bir bölümü şu an ki İzmir-Çeşme yolunun (otoban değil) paralelinden de geçiyor olabilir. Bu kadar eski bir kaplama olmasa da daha eski asfalt yol kalıntıları gördüğümü hatırlıyorum) Yine de bu yolun tamamı olmasa da bir kısmının ortalama 40 yıl boyunca bozulmadan bölge halkına hizmet ettiğini söyleyebiliriz. Otoban’ın 15 yaşında olduğunu düşünürsek bu hayli uzun bir süre. Hakikaten zamanının asfaltı niteliğinde bir yol kaplaması. Hem sağlam hem de geniş tekerlekli araçların belirli bir hızda rahatlıkla yol alabileceği bir kaplama.
Eski yollar da en az çeşme, taş ev, yel değirmeni v.b. yapılar gibi dikkatimi çeken unsurlar arasında yer alıyor. Çeşme Yarımadası’nda bulunan tarihi yapılara bence bu orjinalliği bozulmamış yol bölümlerini de dahil edebilirim. Bu yol ile alakalı araştırmalarımdan son bir tane de arşivlik bir fotoğraf paylaşarak bu eski yol hikayemizi yeni bir gelişmeye kadar sonlandırıyorum.
İnsanlar eskiden ne güçlüklerle yol alıyormuş…
Kamp yaptığımız abuk yerden bir fotoğraf daha koyuyorum :)
Çadırlarımızı ve yüklerimizi topluyoruz. Yola çıkmadan evvel kamp yaptığımız yerde bulunan bir çukura yanımızda boşuna taşıyacağımız yüklerimizi bırakıyoruz.
Dün gitmemiz gereken yola giriyoruz. Bir anda sağı, solu çam ağaçlarıyla dolu bir toprak yolda buluyoruz kendimizi. Yolun lokal olarak bazı kısımları bozuk fakat genel anlamda iyi diyebilirim. Bisiklet rahatlıkla yol alabiliyor.
Dağ çileği mevsimi gelmiş. Midemize dokunmasın diye çok yemiyoruz. Fotoğrafını çekmek bile bize büyük keyif veriyor.
Birden çam ağaçlarının bu kadar sık olduğu bir alanda bulunmak beni epey şaşırttı. Çünkü bulunduğumuz yerden batıya doğru kuş uçuğu 9 km sonra yer alan Zeytinler Köyü’nden itibaren Çeşme yarımadasının batı tarafında bu şekilde gür bir orman bulmak imkansız. Kim bilir belki de zamanında bu yarımada komple ormandı… Zamanla insan nüfusu arttı, tarlalar açıldı ve bundan daha kötüsü keçi besiciliği arttı. Sanırım buralarda halen ormanların var olabilmesinin temel nedeni çevrede keçi otlatan çobanların olmayışı…
Bu düşünceler içinde gpse bakmadan yol ayrımında bize mantıklı gelene giriyoruz. Sanırım ağaç kesim sahasına geliyoruz. Çevredeki odun parçalarından anladığım kadarı ile bir iki yıl önce bu civardaki ağaçlar kesilmiş. Şu anlık yeniden ağaç yetiştirildiğine dair bir çalışma görünmüyor.
Denizi oldukça yüksek bir yerden görebiliyoruz. Ufukta daha önceden keşfettiğimiz koylar görünüyor.
Biraz daha ilerleyince yol bitiyor. Ancak o zaman cep telefonundan konuma bakma gereği hissediyorum. Yanlış yola girmişiz. 1 km kadar geri gidip yol ayrımından rotaya tekrar giriyoruz. Artık yolun kalan kısmında o kadar sık çam ormanları yok. Bu arada dikkatimi çeken bir diğer husus ise bu kadar bakir bir alanda bir kaç özel mülk ve çiftliğin bulunması. Çok az da olsa yerleşim var yani. Ne diyeyim burada yaşayanları biraz kıskandım doğrusu…
Ve Kokar Koyu’na geldik. Oldukça dik bir iniş yapıyoruz. Tabii bu inişin bir de çıkışı olacak.
Geldiğimiz süreye bakacak olursak, dönüş yolunda muhtemelen karanlığa kalacağız. En azından ana yola çıkana kadar gün ışığından faydalanabilirsek, ana yolda zaten yeterince aydınlatıldığından yolun kalan kısmında çok sorun yaşayacağımızı sanmıyorum.
Yol koyun girişine kadar iniyor. Burada balık çiftliklerinin ikmalinin gerçekleştirildiği küçük bir liman yer alıyor. Aşağıda pek doğal bir alan kalmadığından inmiyoruz. Düz devam edip bir ara yola sapıyoruz. Koy’un içine inen bir patika olduğunu biliyorum fakat maalesef yeterli zamanımız olmadığından çevrede keşif yapacak ve koya inecek zamanımız olmadı.
Düz devam edip farklı bir patikaya sapıyoruz. Denizi illaki göreceğim :) Denizi gördükten sonra bisikletleri bıraktığımız yere çıkıp küçük bir ateş yakıyoruz.
Artık dünden kalma elimizde ne varsa sucuk, konserve, turşu, ekmek v.s. çıkarıp afiyetle yiyoruz. Epey acıkmışız.
Bir süre de dinlendikten sonra girdiğimiz patikadan çıkıyoruz.
Benim için tek sorun o kadar yol gelmiş olmamıza rağmen çevrede yeterince keşif yapabilecek zamanımın olmaması.
Dönüş yolunda öncelikle o indiğimiz uzun yokuştan geri çıkıyoruz. Deniz seviyesinden 325 rakıma kadar tırmanıyoruz.
Çam kokusunu içimize çeke çeke pedal basıyoruz.
Bu toprak yol başlangıçta çok zevkliydi fakat 30 km’den daha fazla böyle bir zeminde yol almaya başlayınca yoldan gelen sarsıntılar can sıkıcı olmaya başladığını söyleyebilirim.
Tatar Köprüsüne gelip sakladığımız eşyaları alıyoruz. Karaburun sapağına geldiğimizde hava daha tam kararmamıştı. Artık yolun kalan kısmında ise kendimizi yormadan bir kaç mola vererek İzmir’e dönüş yapıyoruz.
Normal şartlarda faaliyetin yıldızı rotanın en uzak noktası olan Kokar Koyu olmalıydı fakat sürpriz bir gelişme ile antik roma hamamı faaliyetin en önemli kısmı oluyor. İlerleyen zamanlarda sırf burada geceyi geçirebileceğimiz bir kış faaliyeti yapacağız.
GPS Verisi: Gps cihazınıza yükleyeceğiniz dosyayı buradan indirebilirsiniz.
Harita Bilgisi:
Şunu daha büyük bir haritada görüntüle: Hamam-Tatar-Kokar
-
Can
-
Mehmet SARI
-
gökhan erduğan