Karaburun – Sarpıncık Keşif
8-9 Eylül 2012
Zamanında detaylı bir Karaburun keşfi planlamıştık fakat lastik sorunu nedeniyle ertelemiştik. Şimdi Karaburun’un burun kısmını iyice bir elden geçirelim dedik. Bu civarda keşfetmek için attığım noktalar epey birikmişti. Fakat Karaburun’da keşif yapmak o kadar kolay değil. Zaten Karaburun’a ulaşmak başlı başına bir sorun. Bisikletle Karaburun’a varmak 1 gün sürüyor. En az 2 gün de keşif için gerek. 1 gün de dönüş etti 4 gün ! Biz de yolun angaryasını otomobil ile gitmeyi planlayıp konsantre bir keşif yapmaya karar veriyoruz.
Araçla gitmeye güvendiğimizden hazırlanma ve haliyle yola çıkış saatini epey geciktiriyoruz. Zaten otomobil entegreli turlara pek alışkın olmadığımızdan bizim için farklı bir tecrübe olacak…
Kamp malzemeleri ve tüm ekipmanlarının bulunduğu çantalar ile bisikletleri Özlem’in Gümüş’üne yükleyip yola çıkıyoruz.
Hem zamandan kazanmak hem de dar yolda trafik stresinden sıyrılmak için otobana girip Karaburun gişelerinden çıkıyoruz. Gişelerden sonra da Karaburun ve ardından Sarpıncık’a epey mesafe var. Yol gidiş-geliş toplam 2 şerit ve epey viraj var. Bisikletliler için önemli detay ise yol boyunca envai çeşit rampa da mevcut.
Balıklıova’da un kurabiyesi ve balık molası veriyoruz. Balık yemek için daha önce ki Karaburun keşif denemesinde gittiğimiz işletmeye oturuyoruz yine. Fiyatlar aynı kişi başı çipura, ortaya salata, mezeler falan 15 TL. Çipura epey lezzetliydi belirtmek isterim…
Sonunda Sarpıncık’a vardık. Sarpıncık Köyü 300 rakımda. Otomobili Sarpıncık merkezde bırakıp bisikletlerimizi yükleyerek 50 m daha tırmanıyoruz. Yolda yine epey zaman kaybettik. Eh araca güvenip yola da geç çıktık. Bisiklete binip pedal basana kadar günün çoğu geçti anlayacağınız. 350 rakıma çıktığımızda bu güzel manzara ile karşılaşıyoruz.
Bu kadar yüksekteyiz peki deniz kenarında ki koylara inen yol yok mu? Elbette var ! Karaburun’u çevreleyen anayol yukarıdan geçiyor yani bir çok güzel koyu pas geçiyor. (İyi de oluyor yoksa koylar bu kadar bakir kalamazdı). Şimdi bir çok bisikletçi de kısıtlı zamanda sadece mesafe verisinden yola çıkarak 2 günde Karaburun’u dolaşmaya çalışıyor. Haddinden fazla olan rampalar bu rotayı epey güçleştiriyor. İşte bu yüzden 300 rakımdan deniz seviyesine inip, koylarda vakit geçirip tekrar anayola, yani 300 metre rakıma geri çıkmak pek akıl karı olmuyor.
İşte bu yüzden biz de kendimize Karaburun’unun sadece bir bölümüne yoğunlaşıp yarımadanın burun kısmında bulunan güzel koyları ve tarihi yel değirmeni,çeşmeler ve taş evleri kapsayan bir rota çıkarttık .
Sarpıncık’ın tepesinden ayrılan yoldan yavaş yavaş iniyoruz. Daha doğrusu ben yavaş iniyorum. Gidonumun hem sağ hem de sol tarafında 5 litrelik sular var. Ayrıca yol üzerinde ki eski yapıları kaçırmak istemiyorum.
Ve google earthte keşfettiğim yel değirmeni. Şimdi uzaktan fotoğraflıyorum. Yarın yanına gideceğim.
İnmeye devam ediyoruz. Güneş yavaş yavaş batıyor. Yolda geçireceğimiz zamanı iyi ayarlamalıyız. Güneş batmadan koya inip kamp atmalıyız.
Ana yoldan ayrıldığımızda yol bu şekilde yine asfalt (sathi kaplama) olarak devam etti.
Bir yerden sonra yol ayrımından sola saptık ve zemin toprak oldu.
Eski taş evlerden birisi.
Fotoğraf çekerken hatırı sayılır miktarda zaman kaybediyorum. Özlem’de beni bekliyor.
Yolumuzun üzerinde sağ tarafta kocaman bir çınarın gölgesinde eski çeşmelerden birini daha buluyoruz. Özellikle çeşme bulduğumda çok seviniyorum. Çünkü coğrafya olarak su açısından pek zengin sayılmaz ve bu yüzden de çeşme görmek pek kolay değildir.
Az önce gördüğümüz çeşmenin hemen altında bir başka çeşme daha vardı. Fakat onun durumu yukarıdaki kadar iyi değildi.
Şimdi kendime hayıflanıyorum. Keşke onca suyu buraya kadar taşımasaydım, boş şişeleri getirip buradan doldurabilirmişim. Neyse bu da bir tecrübe oldu.
Çeşmenin yapısı daha önce gördüklerime epey benziyordu.
Çeşme’nin ilerisinde bir kaç eski taş ev vardı. Anlaşılan bulunduğumuz mevkii bir kaç aileye ev sahipliği yapıyordu ve bu çeşmeler onların ortak su kaynaklarıydı.
Evlerin iç kısımlarından detaylar.
Evlerin tüm detaylarını elimden geldiğince fotoğraflıyorum. Kim bilir belki ileride ben de kendi taş evimi inşa ederim :)
Evlerin yakınlarında meyve ağaçları vardı. Ne meyvesi bilmiyorum.
Çeşmeyi son kere farklı bir açıdan fotoğraflayıp yola koyuluyoruz.
Aslına bakılırsa yol toprak olmasına rağmen gayet iyi. Yolda büyük taşlar yok, zemin oldukça sağlam. Şu su şişeleri olmasa yolun tadını çıkaracağım.
Son inişler.
Vee Gönsüz Koyu görünüyor. Yaz başında keşfetmeyi planladığımız bu koya ancak yaz sonunda gelebiliyoruz.
Koyun arkaya doğru uzanan kısmında vadinin içine doğru giren düzlük alanlar var. Etrafta irili ufaklı ağaçlar var. Gölge sıkıntısı yok yani.
Koy’da yalnız olmayacağız anlaşılan. 3 araç seçebiliyorum bulunduğum yerden.
Koy’a iniyoruz. Fecii bir rüzgar var. Koyda ki ailelerle tanışıyoruz. İyi insanlar. Önceden belirttiğim gibi 3 araç. Pardon 3 otomobil. Yani bu koya otomobil inebiliyor. Yol durumunu bu şekilde daha iyi anlayabilirsiniz.
Bu günlük bisiklet sürüşünü noktalamış oluyoruz. Ana yol ayrımından bu koya ulaşmak sadece 5 km sürüyor. Son derece yakın. Fakat rakım farkını her zaman göz önünde bulundurmak gerek.
Gönsüz Koyu çok güzel bir yermiş. Belli ki pek insan uğramıyor. Şu turistik tekneler bile… Karaburun zaten Çeşme ve Alaçatı’nın gölgesinde kalmış bakir bir güzellik. Bu, az insan trafiği olan yarımadanın, daha da ıssız yerlerine gidince çöp emaresi görme ihtimali çok çok daha az oluyor.
Koyun yaklaşık 300 metre arkasında bulunan eski bir taş evin yanındaki ağacın dibine kamp atıyoruz.
Çadırın tüm kazıklarını çakıp tüm iplerini gerdiriyorum. Rüzgar pek kuvvetli.
İşte denize olan uzaklığımız. Yakın değil, uzak da sayılmaz :)
Rüzgarın şiddetini anlatmak adına bu fotoğrafı da koyuyorum. Gece uyku biraz gürültülü olacak anlaşılan.
İleri ki aileden iki kişi geliyor tanışmaya. Tanışmanın ardından bir ihtiyacımızın olup olmadığını soruyorlar. Bilmiyorlar ki şu an vakit sıkıntımız olmasa yanımızda en az 2-3 günlük yiyeceğimiz var :) İleride çobanların keçileri sulamak için kullandığı bir su kaynağı olduğunu söylüyorlar hemen gidip bakıyoruz.Anladığım kadarı ile bir sondaj kuyusu. Küçük bir motor ile kuyudan su çekilebiliyor. Ne yalan söyleyeyim sistemi hiç sevmedim. Daha doğal yöntemler beni hep daha çok cezbetmiştir. Zaten yanında harabe halinde bir yapı var. Zamanında buraya bir kulübe inşa edilmiş fakat sonra bilmediğim bir nedenden dolayı yıkılmış sanırım.
Yine de koyda su bulunması iyi birşey. Yalnız koya geldiğinizde motorda benzin olmama ihtimalini gözeterek yanınızda bir miktar benzin taşımanızda fayda var. Aksi halde bu kuyuya güvenip susuz kalabilirsiniz.
Keçilerin su içtikleri kesik mavi bidonlar.
Çadırımızın hemen yanındaki taş evin içini yaşam alanı ilan ediyoruz. Şiddetli rüzgardan hem kendimizi hem ocağımızı korumak için bu ev biçilmiş kaftan. Önce duvarların üzerinde her an düşmeye meyilli taşların olup olmadığını kontrol ediyoruz. Ardından evin en düz olan köşesine konuşlanıp ocağı kuruyoruz.
Bu arada halen alkol ocağını kullanıyorum. Benzin ocağı fabrikadan döndü fakat şimdi de pompa da ufak bir sorun var. Orjinal contasını bekliyorum.
Güneş yavaş yavaş batıyor. Ben makarna pişiriyorum, Özlem ders çalışıyor.
Tripodu da getirmişim biraz kullanayım. Özlem çok güzel konu mankeni oluyor bana. O kafa lambası ile ders çalışırken köşe de yemek pişiyor, ben de onları düşük estantene de fotoğraflıyorum.
Artık yatma vakti. Bol rüzgarlı bir geceye merhaba… Gece boyu rüzgar esti durdu… Bölük pörçük uyuyabildim ben. Ancak sabaha karşı rüzgar şiddetini azaltınca rahat rahat uyuyabildim.
Sabah 9:30’da uyanabiliyoruz. Çadırımızı ağaç gölgesine kurduk fakat güneşin doğduğu taraf koyun tam sağ tarafındaki dağın olduğu taraftı. Bu sayede sabahın ilerleyen saatlerine kadar koy gölgede kalabiliyor. Yani ağaç gölgesi olmasa dahi sabah dilediğiniz saate kadar çadırınızda uyuyabiliyorsunuz.
Önce kahvaltı yapıyoruz.
Ocakta suyumuz ısınıyor. Evet ispirtodan ziyade alkol çok daha verimli yanıyor. Bu arada rüzgar ocağı söndürmüyor fakat verimini büyük ölçüde düşürüyor. Bu yüzden rüzgarlı havalarda rüzgarlık kullanmak ya da ocağı rüzgardan korunaklı bir yerde yakmak gerekiyor. Ayrıntılı testi daha sonra yayınlayacağım.
İçinde bulunduğumuz taş evi uzun uzun inceleme fırsatı buluyorum. Yassı taşlar lego gibi üst üste bir kaç sıra şeklinde dizilmiş. Aralarına harç olarak çamur kullanılmış gibi. Muhtemelen daha özel bir malzemedir. Çünkü oldukça sağlam ve bu ev duvarlarını günümüze kadar sağlam tutmayı başarabilmiş.
Özlem kahvesini içti ve mutlu :)
Ay halen tepemizde :)
Yüzmeyecek miyiz? Elbet yüzeceğiz fakat vadiyi keşfetmek şimdilik daha ağır bastı. Önce vadiyi keşfe çıkıyorum.
Bu çevrede bu çeşit soğanlı bitkiler var.
Vadinin içine doğru uzanan yolda ilerliyorum.
Geldiğim yol.
Özlem arkamda.
Arka tarafta sıra sıra dizilmiş ağaçlar var.
Evet burada bir su kanalı buluyorum. Tabiki tamamı sağlam değil. Tam olarak nereden gelip nereye gittiğini bilmiyorum. Etrafı inceliyorum.
Yapısal olarak evlerle benzer zamanda yapıldığını tahmin ediyorum. Yani bir yüz yıl ya da bir kaç yüzyıl öncesine ait olmalı. Çok daha fazla değil.
Bir su havuzu buluyorum.
Su deposu betonarme bir yapı. Yani benim için öyle ilgi çekici bir tarafı yok. Eminim amacına hizmet ediyordur .
Deponun bulunduğu yer biraz yüksek. Muhtemelen yolda gördüğüm borular aracılığı ile kıyıda bulunan eve ya da yakınında ki düzlük alanda bulunan olası tarlalara su basılıyordur.
Meyve ağaçları.
Az önceki su deposundan çıkan bir boru var, vadinin içine doğru ilerliyor. Boruyu takip ediyorum.
Yaşlı bir zeytin ağacı çıkıyor yolumun üzerinde.
Bir düzlük alana geliyorum. İleride bişeyler var.
Bir su havuzu daha buluyorum. Fakat bu daha eski ve incelemeye değer. Bir kısmı kaya, bir kısmı ise taş ve harç ile yapılmış. Anlaşılan burada biriktirilen su tarım ve çeşitli ihtiyaçlar için kullanılıyordu. Ve bu su tahminimce sağlam kısmını gördüğüm kanal ile tarlalara kadar gidiyordu. Belki de alakası bile yoktur. Bilemiyorum.
Vadinin daha da ilerisinde bir ev yıkıntısı daha görüyorum. Sadece uzaktan fotoğraflamayla yetinip geri dönüyorum.
Yükseklerde uçan bir yırtıcı kuş.
Dönüş yolu.
Eski su havuzunu uzaktan fotoğraflıyorum.
Ve tekrardan kamp alanına dönüyorum.
Özlem benim ayrıntılı keşfimden sıkılmış olacak ki benden çok daha evvel kamp alanına dönüp ders çalışmayı tercih etmiş :)
Artık yüzme vakti !
Aileler deniz kenarına sandalyelerini atmış, kimileri güneşlenip sohbet ediyor kimisi kitabını okuyor, kimisi de çocuğu ile beraber buz gibi denize giriyor. Müthiş keyifçiler onlarda…
Evet su çok soğuk. Güzel bir deneyim olacak. Hele Antalya’da girdiğim hamam suyu sıcaklığındaki denizin üzerine bu soğuk su beni kendime getirdi. İlk denize girdiğimizde çok fazla duramıyoruz. Hemen girip çıkıyoruz. Fakat sonra bu bizi kesmiyor bir daha denize giriyoruz ve dakikalarca yüzüp müthiş zevk alıyoruz !
Koydan, vadinin ve koya inen yolun görüntüsü.
Eşyalarımızı toplarken keçiler basıyor tüm koyu :) Çoban su içirmeye indirmiş keçileri.
Ve hazırlanıp yola çıkıyoruz. Tüm plana baktığımızda burada epey vakit harcadık. Kalan planın bir kısmını iptal edip bir kısmını da otomobil ile yapmamız gerekecek. Planda Yaylaköy üzerinden daire çizip Sazak Köyü‘nü Özlem’e göstermek vardı fakat bu kısmı mecburen iptal ediyoruz.
Koya inen yolun son kısmı epey dikti. Özlem bisiklet elinde çıkmayı tercih ediyor.
Bu arada havalar epey serinledi. Gündüz sıcaklık 40 dereceyi görmüyoruz artık. En yüksek 36 derece gördük bugün.
Gönsüz Koyu’ndan ayrılıyoruz.
Karşı ki tepe de bir başka taş ev.
Çıktığımız yolda arkamızda kalan manzara. Arka planda Sakız Adası manzarası.
Sakız Adası.
Çıkacağımız yol.
Yaklaşık 180 metre kadar tırmandık. Ağaç gölgesinde mola veriyoruz.
Yolumuzun üzerinde karşı yamaçta diğerlerine nazaran çok daha sağlam duran bir taş ev dikkatimizi çekiyor. Maalesef yolumuzun üzerinde olmadığından yanına gidip incelemek için vakit ayıramıyoruz.
Dün bol bol fotoğrafını çektiğim çeşmenin yanında tekrar duruyoruz.
Bu sefer dikkatimi yolun karşı tarafındaki taş ev çekiyor. Bu civarda cidden çok varlar. Buradan görüldüğü üzere kapısı çatısı her şeyi var. Bu evi yakından incelemem gerek.
Eve ulaşmak için farklı bir yol izliyorum. İzlediğim yolda bir başka taş ev buluyorum :)
Bulunduğum yerden çeşmenin yani Özlem’in bulunduğu yer.
Uzakta o gözüme kestirdiğim ev görünüyor. Emin adımlarla ilerliyorum :)
Az bir yolum kaldı.
Ve ulaştım !
İlk işim evin çatısını incelemek oluyor. Sanırım çatının iskeletini kereste tahtalar oluşturuyor. Durumları pek iyi değil, geneli çürümüş. Onun üzerinde de çakıl-toprak gibi malzemeler var. Orjinali bu mudur bilemiyorum. Fakat yapısal anlamda bana mantıklı geldi. Evin duvarları taş olması normal fakat çatıyı taştan imal etmek hem çok zahmetli hem de bir deprem v.b. durumlarda çok tehlikeli olacaktır. Evin ön iki köşesinde büyük taşlar kullanılmış. Daha önceki gördüğümüz evlerde böyle bir detay yoktu mesela. Bu ev, bu civardaki genel taş ev mimarisi açısından bana çok şey kattı.
Evin kapısı kilitli. Pencereden iç yapı hakkında bilgi edinmek için fotoğraf çekiyorum.
Evin manzarası…
Geldiğim yola göre daha kolay ulaşılabilen bir patika buluyorum. Fotoğrafın sağ kısmında görünüyor. Bu patikayı kullanarak Özlem’e ulaşıyorum :)
Ben keşif yaparken Özlem’de bir güzel dinlenmiş :)
Ve sıra yel değirmenlerinde…
Yel değirmenlerine ulaşan yola bağlanmak için yel değirmeninin bulunduğu tepenin hizasını epey geçmek gerekiyor. Sonra bir patika sizi yel değirmeninin hemen altına götürüyor ve bu patikadan ye değirmenine ulaşabilmek için yürümeniz gerek. Özlem’de bana bir jets yapıp ben burayı keşfederken o da bisikletiyle Sarpıncık’a geçip Gümüş’ü (Özlem’in arabası) alacak ve sonra tekrardan benim bulunduğum yere gelecek. Böylelikle hem zaman kaybetmeyeceğiz hem de keşif yapabileceğim :)
Özlem bisikletiyle Sarpıncık’a doğru yol alırken ben de patikaya giriyorum. Patika diyorum fakat burası üzerinde çalışılmış eski bir yol. Yolu genişletmek ve düzleştirmek için yapılan taş duvarlardan bunu çok net anlayabiliyoruz.
Girdiğim patika zaman zaman daralıyor sonra tekrar genişliyordu.
Patikada uzun süre ilerledikten sonra yel değirmeni kalıntıları yukarı solumuzda kalıyor. Ana patikatı terk edip değirmenlere doğru yöneliyorum.
Aşağıdan küçücük görünen bu yapıya yaklaştıkça ben küçülüyorum.
Yükseldikçe çok güzel manzaralarla karşılaşıyorum.
Karşı yepede bir taş yığını var. Ne olduğunu çözemedim.
Ve yel değirmenine ulaşıyorum.
İlk karşılaştığım yel değirmeninin ön ve yan duvarları halen ayakta. Ön tarafında derin çatlaklar oluşmuş.
Kapının üst kısmını tutan kereste epey deforme olmuş.
Arka tarafta bir başka yel değirmeni kalıntısı daha var. Uzaktan bakıldığında apısal anlamda ondan geriye pek bir şey kalmamış gibi.
Fakat iç yapı anlamında diğerinden daha fazla kalıntı var. Değirmen taşı halen duruyor.
Yakındaki tahta parçalarını incelediğinizde bu tahtaların herhangi bir tahta parçası olmadığını anlayabiliyorsunuz. Üzerinde simetrik oyuklar var. İşte bu tahta parçası yel değirmeninin iç mekanizmasını oluşturan dişli sisteminin parçaları… Bu sistemin daha sağlamını Gezgin Pedallar Muğla turunda Datça yakınlarında görmüştüm.
Değirmen taşını daha yakından inceliyorum. Bu koca taşı taşımak, yerine yerleştirmek v.b. işler için karşılıklı olarak iki tarafına demir halkalar yapılmış.
Değirmen taşının çevresinde bulunan demir çerçevenin ne işe yaradığını merak ediyordum. Aslında değirmen taşı yekpare tek parça koca bir taş yerine benzer şekilli bir çok taşın birleştirilmesi ve en sonunda demir bir çerçeve ile birbirine kenetlenmesi ile oluşuyormuş. Kabaca şu kahvaltıda yediğimiz üçgen peynirlerini örnek verebilirim. Tüm peynirler üçgen şeklinde ve hepsinin dışa bakan yüzü yuvarlak. Bu ücgen peynirlerin sivri ucları birleşecek şekilde düz olan yüzeylerini birleştirip bi çerçeve ile tutturduğumuzda bütün tek parça bir daire elde ediyoruz. İşte bir yel değirmeni taşının yapısı da aynen böyle…
Yel değirmenleri amacına hizmet edecek şekilde rüzgar alabilecek engin tepelere kurulurlar bunu herkes bilir. Bir de bu tepelerde bir manzara vardır oturup saatlerce izleyesiniz gelir…
Keşke vakit olsa bir gün de burada kamp kurabilsek…
Ve artık buradan ayrılma vakti.
Aşağıda beni yel değirmenlerinin altına kadar getiren sağlam patika görünüyor. Hani bu kadar sağlam yol yel değirmenine ulaşım için yapılmış demek isterdim fakat yok yel değirmenine çıkmıyor. Yol başka bir yöne doğru devam ediyor. Nedir ne değildir bilemedim…
Geldiğim patikadan geri dönüyorum. Özlem, Gümüş’ü ile gelmiş eşyaları araca yerleştiriyor.
Önümüzde güzel bir iniş var. Madem öyle ben de Özlem’e bir jest yapıp benim bisikletimi araca yerleştirip Özlem’i bisikleti ile beraber (ha bu arada Özlem’in bisikletinin adı da Osman) bu güzel inişin keyfini çıkarmasını sağlıyorum.
İnişte yol durumu bir süre sonra toprağa döndü fakat gayet keyifli bir yoldu.Yolun manzarası ise bir harikaydı.
Deniz seviyesine inip bir süre ilerledikten sonra güzel bir koy buluyoruz.
Battı balık yan gider bir de burada denize giriyoruz.
Su yine buz gibi fakat biz şikayetçi değiliz.
Yüzme faslının ardından Osman’ı (Özlem’in bisikleti) araca yükleyip pilot koltuğunu Özlem’e bırakıyorum. Kalan yolu araç ile devam edeceğiz.
Kesinlikle bisiklet ile geçilmesi gereken bir yol. Şimdilik kısa günün karı keşif yapmış olduk. Fakat bir gün mutlaka bu trafiği olmayan, süper manzaralı toprak yolda mutlaka bisiklet sürmenin keyfini yaşayacağız.
Deniz kenarından bol virajlı, küçük iniş çıkışları bulunan yol bir yerden sonra içeri doru sapıp daha keskin virajlar ile yılan gibi kıvrılarak tırmanmaya başlıyor. Eğim öyle göz korkutacak gibi değil. Bence bisikletle bile zevkli bir tırmanış olacağına inanıyorum.
Yol düzleşiyor ileride ana yola bağlanıyoruz. Sarpıncık’tan itibaren bu alt yola girip tekrardan anayola bağlanıncaya kadar ki parkur 15 km tutuyor. Sonra Karaburun istikametinde yol alıyoruz. Karaburun’a gelmeden Bozköy sapağından içeri giriyoruz.
Bozköy’e varmadan önce köprüyü geçtikten sonra sağa sapıp toprak ve dar bir yola giriyoruz. Ha bu arada biz nereye gidiyoruz? Bir başka yapıyı keşfetmeye. Bu sefer ki keşfimiz bir su değirmeni kalıntısı… Zaman sıkıntısı baş gösterdiğinden dolayı bu yolu da bisikletle yapmak yerine zamandan kazanmak için araç ile yapıyoruz.
Tek aracın geçebileceği genişlikte toprak bir yolda 4.5 km kadar yol alıyoruz. Yanımızda kış ve bahar aylarında aktığını tahmin ettiğimiz bir dere yatağı var. Buranın doğası oldukça güzel. Vadinin içinde araç ile ilerliyoruz.
Gps’e işaretlediğim koordinata geldiğimizde bir çoban görüyoruz. Çevrede koyun, keçi v.s. yok. Amcanın elinde bir dürbün karşı tepelere bakıyor. Hayvanları karşı tepeye salmış uzaktan onları gözetliyor :)
Değirmen kalıntısının burada olup olmadığını soruyorum, hemen yanı başındaymış. Bir yandan amca ile konuşup diğer yandan değirmenden arta kalanları fotoğraflıyorum. Buraya neden geldiğimi soruyor. Gezmek için, bu tip eski yapılar bizim ilgimizi çekiyor gelip bakıyoruz deyince amcadan bir kahkaha koptu ki anlatamam :)
Değirmenden arta kalanları fotoğraflıyorum.
Bu su değirmeninin benim için ilginç tarafı bu civarda gördüğüm tek su değirmeni kalıntısı. Önceden de bahsettiğim üzere buralarda akar su bulmak pek güç. Kışın bir nebze… Koca Çeşme yarım adasına göre Karaburun’un İzmir’e bakan doğu yüzü kaynak suyu açısından daha zengin. İşte bu su kıtlığında su değirmeni görebilmek buranın kış ve bahar aylarında iyi su aldığına işaret. Çobandan aldığımız bilgilere göre Türk yapısı imiş. Zaman geçmişten beri Bozköy’de hiç gayrimüslim yaşamamış. Buradan şimdilik şöyle bir sonuca varıyorum. Bu bölgede Rumlar (gayrimüslimler) unlarını öğütmek için yel değirmenlerini (rüzgar gücü), Türkler ise su değirmeni (su gücü) konusunda daha tecrübelilermiş. Ha bir de ! Bozköy’de de yel değirmeni varmış. Onu bilmiyorum ama araştıracağım. Bu tip tespitlerimde ayrıntılı bilgiye sahip olan arkadaşların yazının sonundaki yorum bölümüne bilgilerini paylaşmalarını rica ediyorum. Bu tip bilgilere karşı yoğun bir ilgim var.
Çoban amcanın söylediğine göre 2013 yılında buraya Karaburun başta olmak üzere çevre yerleşimlerin su ihtiyacının sağlanabilmesi için baraj yapılacakmış. Yani bu yol ve bu vadiyi gezebilmek için pek fazla zaman yok. Bunu da belirtelim.
Bozköy sapağından ilk değirmen kalıntılarının bulunduğu yere kadar ki yol 7.5 km.
Su değirmenini de inceledikten sonra konuşkan çoban amcamızla sohbeti zoraki sonlandırıp eve dönüş yoluna geçiyoruz.
Ha bu arada belirtmeliyim yol üzerinde birden çok noktada köpekler vardı. Bisikletlilere karşı tutumları nasıl olur bilemiyorum fakat araçların peşinden koşmayı pek sevdiler. Üzerlerine bisiklet sürüp heyecanlarını kursaklarında bırakamadığım için bir miktar içimde boşluk kaldı ama olsun :)
Önce köprüyü geçtikten sonra saptığımız sapağa geri dönüp Bozköy’e doğru devam ediyoruz. Ardından Karaburun’a giden anayola çıkıp Karaburun üzerinden İzmir’e dönüş yapıyoruz.
Evet şu kısa 2 günde çok bisiklet sürdüğümüzü söyleyemem fakat çok verimli iki gün geçirdiğimizi ve benim için çok önemli olan keşifler yaptığımızı rahatlıkla söyleyebilirim.
Sarpıncık’tan Gönsüz Koyu’na gitmek 5 km, dönüş ile beraber 10 km :)
Karaburun öyle 2 günde dolaşılabilecek bir yer değil. Ortalama 1 hafta, ayrıntıya girildiğinde 2 belki de 3 hafta bisikletle dolaşılabilecek fakat kesinlikle sıkılmayacağınız bir yer. Karaburun’a ulaşımı kolaylaştırmak adına yeni otoyol çalışmaları hızla sürüyor. Ulaşım adına kesinlikle büyük kolaylık olacak fakat bu ulaşım kolaylığı beraberinde bu bakir bölgeye çok daha fazla insan taşıyacak ve şimdi tüm doğallığı ile keşfettiğimiz bu koylar bu güzellikler hızla kirleneceğinden kuşkum yok. Karaburun yarım adasını tüm doğallığı ile keşfetmek için fazla zaman yok. Bilginize…
GPS Verisi: Gps cihazınıza yükleyeceğiniz dosyayı buradan indirebilirsiniz.
Harita Bilgisi:
View Sarpincik.kmz in a larger map
Harita için kısaca açıklama ekleyeyim:
- Lacivert yol İzmir’den Karaburun/Sarpıncık’a kadar araç ile geldiğimiz yol. (Otoban üzerinden)
- Sarı yol Sarpıncık’tan Gönsüz Koyu’na geçtiğimiz bir kısmı asfalt, bir kısmı toprak olan yol.
- Kırmızı yol Yel değirmenlerine çıkan patika.
- Yeşil yol Sarpıncık’ın aşağı kısımlarında deniz kenarından seyreden toprak yol.
- Açık mavi yol Bozköy sapağından su değirmenlerine giden yol.
-
Gürdal TUR
-
yeşim koşay
-
Gürdeniz YILDIZ
-
Cem Liman