İzmir – Çanakkale Turu Bölüm 3

26-27-28-29 Eylül 22

29 Eylül 22

Bergama’yı geride bırakıp gidebildiğimiz yere kadar yol alıyoruz. Bir kaç gündür doğru düzgün pedallamamanın içimizde biriktirdiği enerji ile iyi bir tempoda pedallıyoruz. Artık anayoldan devam ilerliyoruz. Bu durumun güzel yanı asfalt kalitesinin çok iyi olması, kötü tarafı ise yanımızdan vızır vızır araçlar geçiyor. Yol üzerinde öyle ciddi rampalar falan yok. Ara sıra çıkan karşı rüzgarlar yüzünden yavaşlıyoruz. Gün boyunca hiç antik kent görmedik. Görmeyi de ummuyorduk zaten. Sabahtan gördüklerimiz bu gün için fazlasıyla yetmişti bize. Bugünlük amacımız programa ayak uydurabilmek için yol yapmak. Zaman olarak programın biraz gerisindeyiz.

Ara sıra yol yenileme çalışmaları nedeniyle trafiğe kapatılan yollara geçip daha özgürce pedallama fırsatı bulduk.

Açıkçası gün sonuna kadar öyle kayda değer bir olay yaşamadık. Hava kararırken tuz havzalarının bulunduğu bir yerden geçiyoruz. Ayvalık’a epey yakınız. Kaç gündür otelde kalıyoruz, bu gece kamp atmak istediğimizden Ayvalık’a gelmeden kamp için uygun bir yer buluyoruz.

Deniz kenarında sezon sonu olduğu için kapatılmış bir işletmenin yanını çadır kurmak için gözümüze kestiriyoruz. Çok yakınımızda jandarma var. Onlar gelmeden evvel biz onları ziyarete gidiyoruz. Bu kısımdaki diyalogları Gürkan’a bırakıyoruz. Komutanın yanına gidip Gürkan durumu özetliyor. İzini de alıp çadırlarımızı kuruyoruz.

Gün sonunu 53 km yol alarak noktalıyoruz. 2 gündür pedallamamanın verdiği fazla enerjiyi bir nebze olsun harcamış oluyoruz.

Gürkan ve Özlem fırsattan istifade denize giriyorlar. Ben yemek yapmayı yeğliyorum.  Bu esnada yoldan geçen bir beyfendi bizi evine davet ediyor. Yemeğin ardından çaya gitmeyi kararlaştırıyoruz.

Abinin adı aklımda değil şuan. Yalnız Gürkan’ı çıktığı tv programlarından birinde görmüş, çok taktir etmiş. Uzun uzadıya yapılan muhabbetin ardından izin isteyip çadırlarımıza çekiliyoruz.

Bergama’dan itibaren gün sonuna kadar  53 km yol alıp toplamda 230 m tırmanmışız. Kısa günün karı…

GPS Verisi: Gps cihazınıza yükleyeceğiniz dosyayı buradan indirebilirsiniz.

Harita Bilgisi:


Şunu daha büyük bir haritada görüntüle: 6- Bergama-Bilentur

27 Eylül 2012

Sabah erkenden kalkıyoruz. Kahvaltıyı Ayvalıkta yapacağız. Fazla oyalanmadan çadırlarımızı toplayıp, eşyalarımızı bisikletlere yükledikten sonra yola koyuluyoruz.

Anayoldan ayrılıp Ayvalık’a sapıyoruz.

Kamp alanından sonra 8 km sonra Ayvalık’ta deniz kenarında bulunan bir mekanda kahvaltı yapıyoruz.

 Madem Ayvalık’tayız. Adına özgü olan Ayvalık Tostu ile yapıyoruz kahvaltımızı.

Güne motive olarak başlamıştık. Çünkü programın biraz gerisindeyiz. Program’dan kasıt izin süresi dahilinde Çanakkale’ye varabilmek. Bu yüzden bugün diğer günlere nazaran mesafeyi biraz yüksek tutuyor. 105 km kadar yol alamaya çalışacağız. Bir çok kişi için rakam pek  ciddi gözükmese de gün içinde görülen antik kentlerde epey zaman harcadığımız için hava kararmadan kamp yerine varabilmemiz için tempoyu biraz yükseltmemiz gerekiyor.

Günün 38. kilometresinde anayoldan ayrılıp Burhaniye üzerinden devam ediyoruz. Böylelikle Ederemit üzerinden geçen anayola göre körfezi epey kestirerek yolumuza devam etmiş oluyoruz.

Burhaniye’de sincapların varlığına dikkat çekmek için çok şeker levhalar hazırlanmış :)

Burhaniye’de bir süprizle karşılaşıyoruz. Burada da küçük bir arkeolojik kazı çalışması var.

Etrafı inceleyip yolumuza devam ediyoruz. Evet tarihi kokular gelmeye başladı. Eminim yol üzerinde buna benzer başka adı sanı duyulmamış, planda yer almayan arkeolojik çalışmalar göreceğiz.

Burhaniye’nin mavi bayrak almaya hak kazanmış plajı.

Epey güzel bir yol. Araç trafiği çok az. Yolun her iki tarafı da tarım arazisi. Sıkılmadan yol alıyoruz.

Yol üzerinde bu karadut suyu levhalarından bol bol gördük. Denemeye karar veriyoruz. Ufak bardak karadut suyuna hatırı sayılır bir meblağ ödüyoruz. Yeni slogan ”organik yavrum bu organik”. E be teyze organik ama bu kadar da olmaz ki :)

Tekrardan anayola çıkıyoruz. Öğle saatlerine doğru acıkıyoruz. Yol kenarında bulunan güzel bir işletmeye oturup yemeklerimizi söylüyoruz. O kadar acıkmışız ki açılışı çorba ile yapıp pideler ile devam ediyoruz.

Sevgili Özlem’in fazla sıcaklardan başı ağrımaya başlamış. İlaç alıyor ama ilacın etki edene kadar pek bir mutsuz idi.

Yolumuzda kayda değer bir rampa halen çıkmadı. Yol iyileştirme çalışmaları nedeniyle bulunduğumuz şerit trafiğe kapalı. Rahat rahat pedallıyoruz.

Yol üzerinde bir kahverengi tabela görüyoruz. Evet bir arkeolojik çalışma daha ! Antandros imiş. Burayı görünce şaşırıyorum fakat eve geldiğimde tur için yaptığım çalışmada burayı işaretlediğimi fark ediyorum. Fakat sonra çok da birşeye benzetememiş olacağım ki programa dahil etmemişim.

Ana yoldan ayrılıp toprak yoldan tırmanmaya başlıyoruz.

Ve mozaiklerin bulunduğu üstü kapalı bir alana geliyoruz. Yapının başında bulunan güvenlik/bekçiden aldığımız bilgiye göre burası zamanının villalarıymış. Yerde döşeli olan mozaik ve duvardaki süslemelere hayran hayran bakıyoruz. Yahu insanlar geçmişten beri gelen bir estetik anlayışı var. Hatta günümüz mimarilerinde aynı estetiği sıkça görüyoruz. Özlem, kendi evi olursa şayet evin zemini bu şekilde mozaik kaplı olacak diye tutturdu :) Ne diyelim kısmet :)

Antandros’tan çıkıp yolumuza devam ediyoruz. Çok geçmeden çok katlı bir apartmanın hemen yanı başında bir başka kazı alanı görüyoruz. Yahu bu civarda ne kadar çok kazı çalışması var? Burada herhangi bir bilgilendirme levhası yok. Zaten diğer gördüklerimizi dikkate alacak olursak burada kayda değer pek bir yapı da yok. Fotoğraflayıp yolumuza devam ediyoruz.

Hayvanlara karşı insanları uyaran 2. levha  Dikkat Yılan Var :) Hep bahçeli evlerin kapılarında ”Dikkat köpek var” yazmasına alışkınızdır fakat yılan olması bence çok daha caydırıcı olmuş :)

Gürkan birazdan rampaların başlayacağını söylüyor. Yahu ben bu civarda rampa çıkılacak bir yoldan rota geçirmemiştim? Durum kısa sürede anlaşılıyor. Gürkan anayoldan bahsediyormuş. Benim çizdiğim rota ise deniz kenarından giden tali yol. Hafif iniş çıkışı bulunan, trafiği son derece az olan bu yolda rahat rahat pedallıyoruz. Burada adım başı camping tarzı işletmeler var. Açıkçası bölge de bu tip işletmeler için çok uygun. Doğa harika,  trafik yok, mis…  Muhtemelen buraları daha çok karavanı olan insanlar kullanıyorlar diye tahmin ediyorum.

Kısaca bu civarda konaklamak için pek sıkıntı çekeceğinizi sanmıyorum. Daha 30-35 km yolumuz var. Assos’a tırmanmadan önceki Kadırga Koyu’nda uygun bir yerde kamp atmayı kararlaştırıyoruz. Kadırga Koyu’na gelmeden evvel bir kaç ufak rampa çıkmamız gerekiyor. Rampalar ufak ama gün sonunda aç karnına ve biraz yorulmuşken pek çekilmiyor doğrusu…

Kadırga Koyu’na geldiğimizde buranın gayet turistik bir yer olduğunu farkediyoruz. Deniz kıyısındaki yolun sağ tarafında restorantlar, barlar, campingler ve oteller dizilmiş, yolun son tarafında kumsal ve deniz var. Bir kaç işletmeye çadır kurmak için fiyat soruyoruz. Kişi başı sağlam rakamlar istiyorlar. Sezon sonu ne koparırlarsa… Bir restoranta kamp kurabileceğimiz ve kimsenin karışmayacağı bir yer göstermesini rica ediyoruz. Başta bir kaç yer öneriyor sonra otellerinde zaten pek turistin kalmadığını, dilersek bahçeye kamp atıp tuvalet ve duşlarını ücretsiz olarak kullanabileceğimizi söylüyorlar. Baktık restorantta yiyecek fiyatlarıda makul olunca akşam yemeğini de burada halletmeye karar veriyoruz. Eh gün sonu 104 km yol tepmişiz. Turun da son günlerindeyiz. Gürkan’ı artık çok uzun bir süre göremeyeceğiz. Bu akşam iyi eğlenelim !

Sofra hazırlana dursun önce denize giriyoruz. Günün yorgunluğu bir çırpıda gidiyor. Bu arada Gürkan’ın kavruk kol ve peynir gibi vücuduna dikkatleri çekerim :)

Ay ışığında denizin tadını çıkarıyoruz.

Denizden çıkıp duş alıyoruz. Baktık sofra donatılmış sofraya oturuyoruz. Güzel bir muhabbet ile karınları doyuruyoruz. Bu arada bu günlerde bir bereket var üzerimizde anlamış değiliz. Biz gittiğimizde etraf bomboştu, masaya oturduğumuzda masalar şenlendi . Masadan kalktığımızda biraz daha deniz kıyısında oyalanıyoruz. Özlem’i konu mankeni yapıp ışık çalışmalarıma devam ediyorum.

 

GPS Verisi: Gps cihazınıza yükleyeceğiniz dosyayı buradan indirebilirsiniz.

Harita Bilgisi:


Şunu daha büyük bir haritada görüntüle: 7- Bilentur-Kadırga Koyu

28 Eylül 2012

Sabah erkenden ayaklanıyoruz. Son günler, ne kadar çok yer görürsek o kadar iyi. Çanakkale’ye de pek birşey kalmadı fakat önümüzde görülmesi gereken pek çok yer var. Gürkan her zamanki gibi erkenden ayaklanmış, çadırını ve eşyalarını toplamış süt, bat ve tahıl gevreğinden oluşan kahvaltısını yapıyor.

Biz ise Gürkan kahvaltısını bitirene kadar çadırı ve eşyalarımızı topluyoruz. Asoss antik kentinin bulunduğu Behramkale  Köyü’nde kahvaltı yapacağız.

Sabah hava biraz soğuk gibiydi. Güne tırmanış yaparak başladığımız için kısa sürede vücudumuz ısındı ve üzerimizdeki fazlalıkları çıkardık. Behramkale Köyü’ne 3.8 km’lik bir yol yapacağız. Bununla beraber Köy’e kadar 180 m kadar tırmanmamız gerekiyor. Zirvede ki Athena tapınağı için biraz daha tırmanmak gerekecek.

Yol ayrımından sola dönüp devam ediyoruz.

 

Köy’e giderken kullandığımız yolun bir kısmı stabilizeydi. Bisiklet sürmek sorun olmadı fakat fotoğrafta da görüldüğü üzere araçların kaldırdığı tozlar pek hoş olmadı.

Köy’ün hemen alt tarafında Kanada’lı iki tursitle karşılaşıyoruz. Gürkan ingilizcesini ve sıcak kanlılığını konuşturarak kısa sürede turistler ile sohbete başlıyor. Bu fotoğrafın ardından artık Gürkan’ın dünya turu esnasında Kanada’dan geçerken uğrayacağı bir başka kapısı daha olmuş oldu ve muhtemelen yeni takipçileri :)

Köyün dik ve otantik hava veren taşlı dar yolundan tırmanışa geçiyoruz.

Meydan gibi bir alana gelince buralarda kahvaltı yapabileceğimiz bir işletme bulup oturuyoruz. Fiyatlar turistik yoruma gerek yok…

Köy mimari olarak gayet güzel. Taşlı yolları çok orjinal. Taş evler nizami ve düzgün… Nasıl anlatsam… Çeşme ve Karaburun yarımadasında terkedilmiş köyleri, çeşme, köprü, taş yol, yel derğimeni gibi yapıları vakit buldukça teker teker keşfeder bir şeyler kapmaya çalışırım. Bir yandan teknik olarak inceler, diğer yandan insanlar burada nasıl yaşamış, neler hissetmiş olduklarını anlamaya çalışırım. İşte buradaki taş evler ve yollar da şimdiye kadar keşfettiğim terkedilmiş ve harabe halindeki yapıların sağlam ve yaşanır olanları. Yani teknik açıdan çok daha fazla bilgilenmekle beraber eskiden zamanlarda yaşayan insanların yaşantıları hakkında çok daha az şey hissedebiliyorum.

Kahvaltının ardından bisikletlerimizi uygun bir yere koyup kilitliyoruz. Kilitlemek sadece bisikletlerimizi korur, tüm çantalarımız korumasız durumda ama sorun olacağını sanmıyorum. Özünde burası köy ve küçük bir muhit. Çevrede sayıları çok fazla olmamakla beraber dalga dalga gelip-giden turist kafileleri var. Geri kalan ise tezgahlarının başında dedikodu yapan, birbirine dert yanan, şakalaşan köylüler var.

Ve tepeye vardık. Güzel bir manzara var. Doyasıya seyrettik.

Hemen yanımızda bulunan Athena Tapınağı’nın maketini inceleyip ardından orjinalini görmek için biraz daha tırmanıyoruz.

İşte mevzubahis Athena Tapınağı, daha doğrusu tapınaktan arta kalanlar bunlar… Yahu ben burayı çeşitli yayınlarda çok daha gösterişli bir yer olarak bilirdim… Açıkçası kendi adıma aradığımı bulamadım diyebilirim. Zeminde beton sağlamlaştırmalar açıkça görülüyor. Çevreye dağılmış bir çok sağlam sütun parçaları var. Bununla beraber ayakta olan sütun parçalarının ise bir kısmı sonradan ekleme, fotoğrafta da renk farklılıklarından açıkça belli oluyor.

Ama manzara çok iyi…

Aşağıda antik tiyatro ve bir kaç kalıntı daha olması lazım. Fakat aşağı inmek ve oraları dolaşmak en az 3 saatimizi alır. Maalesef aşağıya inmeden geri dönüyoruz.

Dikkat sincap var :)

Ve sıra geldi Hüdavendigar Camii’ne. Muhtemelen halen amacına hizmet eden bir camii. Osmanlı eserlerinden 14. yy’da inşa edilmiş. Yalnız kapının kendisi ve muhtemelen girişteki sütunlar da camiden çok daha eski olan Cornelius kentinin kapısı ve sütunlarıymış.

Behramkale Köyü Tepeden görünüş.

Artık yola koyulmanın vakti geldi.

Behramkale Köyü çıkışında bulunan bir sürü kahve rengi tabelalar bizi epey heyecanlandırıyor. Levhaların gösterdiği yön ile bizim gideceğimiz rotanın aynı olması bir tesadüf değil elbet :)

Yollar gayet sakin ve eğlenceli. Doğa çok güzel, bisiklet sürmek çok keyifli.

Artık Özlem’le benim için turun son günleri. Yavaştan dönüş biletlerini ayarlamanın vakti geldi. Cep telefonundan dönüş günü ve saatini kararlaştırıp biletleri alıyorum. Cumartesi akşam otobüse binmeye karar veriyoruz. Malum döndüğümüzde ikimizde epey yorgun olacağız ve işe başlamadan evvel temizlenmek ve bir miktar dinlenmemiz gerekecek.

Fakat Gürkan için yol daha yeni başlıyor :)

Günün 29. kilometresinde Gülpınar Beldesine ulaşıyoruz. Beldenin hemen alt kısmında Apollon tapınağı ve çeşitli kazı çalışmaları var.Müze kartlarımızı gösterip içeri giriyoruz.

Apollon Tapınağı’ndan arta kalanlar. Şimdiye kadar yapısına hayran kaldığım en görkeml apollon tağınağı Didim‘de idi.

Apollon Tapınağı’nın ardından çevrede bulunan diğer yapıları da inceliyoruz.

Zamanın yolları… Günümüz arnavut kaldırımlarının devasa olanları gibi :)

6 km daha yol alıp Tuzla adlı beldeye varıyoruz. Karnımız acıktı yarı kahvehane yarı internet cafe olan mekana oturup tost yiyoruz. Bu arada beldeye gelmeden evvel yaptığımız hızlı bir inişte çeşme başında çok güzel renkli yöresel kıyafetler giymiş bir kaç kız görmüştüm fakat anlam veremeyip üzerinde durmamıştım. Gürkan ve Özlem’de dikkat etmişler. Kahvehanede ki adamlar Gürkan’ın kim olduğunu ve ne yaptığını öğrenince  muhabbete başlıyorlar. Muhabbet epey uzuyor. Sonra yolda gördüğümüz yöresel kıyafetli kızların bu beldenin yukarısında bulunan Yukarıköy adlı köyde bulunduklarını söylüyorlar. Kahvehanede ki adamların demesine göre Osmanlı zamanından beri aynı gelenekleri sürdüren kendi içine kapanık bir köy imiş. Bizi bir merak sarıyor ve köye gidip orada kamp atmaya karar veriyoruz.

Ve başlıyoruz tırmanmaya.

Yol üzerinde teyzeler, nineler bekliyor. Muhtemelen akşam üstü yola çıkacak olan köy minibüsünün gelip onları alacak.

Köye giriş yapıyoruz. Giriş kısımları bildiğin betonarmeye dönmüş köy evleri idi. İlerledikçe köyün ilk yerleşimlerinin bulunduğu kısımlara varıyoruz. Köyde birden çok kahve var. Anlayacağınız boşta gezen erkek çok… Bayanlar çalışıyor. Yolda gördüğüm ve hayal meyal hatırladığım ve kahvehanedeki adamların bahsettiği  o güzel yöresel kıyafetli bayanları göremedik. Bir kahvehaneye oturduk önce. Selam verip çevredekilerle tanıştık. Daha doğrusu bu iletişim olayını direk Gürkan’a bıraktık. Biz sadece ara ara konuşmaya dahil olduk. Garip bir iletişimdi. Hoş mu karşıladılar yoksa hoşnutsuz mu oldular karar veremedim. Velhasıl kelam köyü dolaşmak istediğimizi ve köy kadınları ile de konuşup bir kaç fotoğraf çekmek istediğimizi dile getirdik.  Eh izin aldık gibi.

Köyde bulunan teyzeler, nineler, ablalar epey çekingendi. Sonra sonra Özlem’i aralarına sokarak açabildik ancak. Biraz biz anlattık bol bol onları konuşturduk.

Köyün bazı sokaklarında tekerlekli herhangi  bir aracın geçebileceği düzlükler dahi yoktu. Garip duygulara boğuldum. Pek soğuk hissettim kendimi burda. Nedeni bilinmez. Bilinir de… Anlatılmaz.

Akşam köyün karşı tarafındaki yamaca çadırlarımızı kuruyoruz. Köylüler bize bakıyor biz köylülere :) Gece jandarma geliyor kampımıza. Halbuki yolda gördüğümüz bir jandarma ekibini durdurup kamp atacağımız yer hakkında bilgi vermiştik. Yalnız durdurduğumuz jandarma aracı bu bölgeye bakmıyormuş. Açıkçası Yukarköy halkı da biraz korkmuş bizlerden. Neci olduğumuzu anlayamamış. Jandarma diyaloğunu yine Gürkan üstlendi. Açıkçası sadece Özlem ve ben seyahat ediyor olsaydık muhtemelen böyle bir maceraya atılamazdık. İkimizinde insanlarla iletişimi çok iyi değil. Elektrik alırsak konuşabiliyoruz ancak :) Bu günü de farklı bir deneyimle sonlandırıyoruz. Gün ışığını değerlendirme açısından verimsiz bir gündü. Gerek öğle yemeği için girdiğimiz kafede gerekse köyde hatırı sayılır zaman boşa gitti. Ama belki de bir daha yaşayamayacağımız farklı bir deneyim yaşadık.

Gün sonunu 41 km ile kapatıyoruz.

 

GPS Verisi: Gps cihazınıza yükleyeceğiniz dosyayı buradan indirebilirsiniz.

Harita Bilgisi:


Şunu daha büyük bir haritada görüntüle: 8- Behram – Yukarıköy

29 Eylül 2012

Sabah erkenden uyanıp yola koyuluyoruz. Turun son günü. Çanakkale’ye varmamıza imkan yok. Ezine’de turu sonlandıracağız.

Tuzla Beldesi’ne inip rotamıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Karşı taraftan gelen bir bisikletli görüyoruz. İstanbul’dan yola çıkmış Alman bir bisikletli turist. Yol hakkında bilgi veriyoruz. Gider mi bilemeyiz ama özellikle Aigai antik kenti ve Bergama’da bulunan antik kentleri dolaşmasını tembihliyoruz.

Hatıra fotoğraflarının ardından yola devam ediyoruz.

Bu gün turun son günü. Gürkan’la vedalaşmadan evvel beraber bir video çekmeyi planlıyorum. Basit bir röportaj tadında ve yanında taşıdığı ekipmanlarla alakalı bir video olacak.

Yolumuzun üzerinde kavun, karpuz satan bir amcaya rastlıyoruz. Karpuzlar küçücük ama çok tatlı, çok güzeller. Tarlası da zaten hemen tezgahın arkasında kalan araziymiş.

Amca ile oturup bir süre laflıyoruz. Çocuklarını büyütmüş okutmuş. Her biri farklı diyarda. Eşi ile alakalı bir soru sormuyoruz. Bu kadar renkli ve güzel bir sohbetin üzerine acı hikaye duymaya korkuyoruz açıkçası.

Karpuz, kavun ve muhabbetin ardından tekrar yola çıkıyoruz. Yaklaşık 3 km sonra antik hamam kalıntılarının yanına gelmiş oluyoruz.

Çevrede çeşitli yapı harabeleri var. En çok dikkat çeken bu kemerler. Kemerlerin yakınında durmak epey tehlikeli, yıkılma tehlikeleri var.

Antik hamamın ardından bisikletlerimizle biraz daha ilerleyip Alexandria Troas adlı antik kentlerin bulunduğu yere geliyoruz. Asıl yapılar hemen yol kenarında. Biraz iç kısımda tiyatroyu işaretlemişim. Önce tiyatroyu arayıp dönüşte yol kenarındaki kalıntıların inceleyeceğiz.

Yeni sürülmüş tarlaların arasındaki yoldan bisikletlerimizle ilerliyoruz.

Antik tiyatroya daha gelmeden sağımızda eski büyük bir yapı dikkatimizi çekiyor. Çevresinde, ne zaman ve ne amaçla yapıldığına dair bir levha bulunmayan bu yapı bir kervansaraymış.

Evet gps ekranından gördüğüm kadarı ile önümüzde duran yığıntı antik tiyatronun dış duvarı.

Fotoğrafta gördüğünüz yer antik kentin iç bölümü. Evet şuan seyircilerin oturduğu yerlere bakıyorsunuz. Herhangi bir çalışma yapılmadığı için sizlerin de gördüğü üzere doğa, tarihi içine hapsetmiş. Ne diyelim, insanların tahrip etmesindense toprak altında kalması bir nebze olsun iyi bişey…

Antik tiyatronun unutulmuş halini de gördükten sonra geri dönüp yol kenarındaki yapıları inceliyoruz.

Yolu görüyorsunuz… Bir bakıma arnavut kaldırımının devasa hali diyebiliriz. Ne kadar detay düşünüp, empati kurarak günümüzle kıyaslarsam o kadar hayran kalıyorum.

Burada epey güzel yapılar var. Yalnız bizim bulunduğumuz süre zarfında başında bekleyen bir görevli yoktu.

Bu gördüğümüz işlemeler müzelerde sergilenenlerle aynı güzellikle olduğunu söyleyebilirim. Burada açıkta ve herhangi bir bedel ödemeden inceleyebiliyoruz. Bu iyi birşey mi kötü birşey mi kararı siz verin.

Bu savaşta kullanılan gülleler hep demirden yapılır diye bilirdim. Anlaşılan taştan da yapılıyormuş.

Sanırım burası tapınaktı. Bu tapınağın bilmem kaç metre altından geçen bir alt yapı sistemi olduğuna dair bir yazı okumuştum. Yazıyı epey geciktirdiğim için bu tip detayları hatırlamakta güçlük çekiyorum…

Biz alan terketmeden evvel turist bir aile geldi. Gürkan yine kısa sürede tanıştı, bölge hakkında öğrendiklerimizi anlattı ve Amerika’da uğranacak bir ev adresi daha aldı :)

Tur planımız Çanakkale’de son buluyordu. Fakat yolda daha farklı yerlerde zamanımızı değerlendirmemiz gerektiği için Geyikli’den Ezine’ye sapıp turu sonlandıracağız.

Geyikli feribot iskelesinin yanında bulunan çay bahçesine oturuyoruz. acıktık. Bu esnada Gürkan’ın ön lastiğinin patladığını fark ediyoruz. Sparişler hazırlanırken biz de Gürkan’ın lastiğini tamir ediyoruz. Yalnız ön lastikte birden çok delik olduğunu anlayınca yanımızda bulunan tek iç lastiği burada kullanıyoruz. Ön lastiği tamir ettiğimizde arka lastiğin de inik olduğunu farkettiğimizde biraz sinirleniyoruz. Yahu serisinin en iyi en pahallı lastiğinin basit dikenler ile patlaması pek garip. Bu arada gelen sparişleri mideye indirdikten sonra Gürkan’ın tüm çantalarını söküp, ardından arka tekeri söküyoruz. Kaldırımı iyice işgal ettik.İşletmeden de içi su dolu bir kova istiyoruz ki patlakları bulmak kolaylaşsın. Lastik yine bir çok yerinden patlamış. Tabii bunu lastiği tamir edip kontrol etmeden yerine taktığımızda tecrübe etmemiz hiç de iyi olmuyor. Tekrar lastiği sök tak çok ciddi zaman kaybediyoruz. Özlem’in de arka lastiği patlamış. Çok şükür onda tek delik vardı ve hemen yamıyoruz.

Patlak suyumuzdan çok susamış köpecik de nasipleniyor :)

Gürkan lastiğini dikkatlice kontrol ediyor. Bu olaydan sonra Gürkan’ın ilk işi lastiklerini daha önceden kullandığı ve memnun kaldığı daha alt seri bir marathon modeli ile değiştirmek oldu.

Gürkan’la lastiklerimiz aynı marka model olmasına rağmen lastiğim hiç patlamadı. Lastik üzerindeki dikenleri görüyorsunuz. Muhtemelen Gürkan’ın lastiklerinde fabrikasyon bir hata vardı ama kesin nedenini hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz.

Geyikli’de lastik patlakları nedeniyle hatırı sayılır bir süre kaybettik. Gürkan ile yapacağımız röportaj tadında çekimde böylelikle yalan oldu :)

Geç kalma ihtimalimize karşın Özlem’le benim otobüs biletlerimizi geç bir saate almıştık. O yüzden çok telaş yapmadan Ezine’ye doğru pedallıyoruz. Ezine otogarında günü 62 km ile sonlandırıyoruz.

Ezine Otogar’a geldiğimiz’de Gürkan’da İstanbul için otobüs bileti buluyor. otobüslerimizin kalkmasına daha var. Gidip karınlarımızı doyurup tekrar otogara geliyoruz. Artık ayrılık vakti. Muhtemelen 7 yıl olmasa da uzun bir süre görüşemeyeceğiz.

Gürkan ile beraber dopdolu 7 gün geçirdik. Bu beraber geçen 7 günün ardından Gürkan 7 yıl pedallayacak.

Ve Gürkan’ı Ezine’den şutlarız :)

Tabii ben bu yazıyı yazana kadar atı alan Üsküdar’ı geçti :) Gürkan Ezine’den otobüsle İstanbul’a geçip bisikletinde gerekli olan son değişiklikleri yaptı. tahmin edersiniz ki lastikler de değişti :) Ben bu yazıyı bitirinceye kadar geçen 5 aylık süre zarfında da Gürkan İsveç’e kadar koptu gitti . Yolun açık olsun Gürkan !

Gürkan’ın tur yazılarını, neler yaptığını merak ediyor ve an itibari ile nerede olduğunu takip etmek istiyorsanız…

www.gurkangenc.com

https://www.facebook.com/GurkanGENCpedallaR

https://twitter.com/Gurkan_Genc

E nerde kaldık? Biz de gece otobüse bindik tabii. Kafamızı koltuğa koyduğumuz gibi uyumuşuz :) Gözümüzü İzmir Otogar’ında açtık. Hava daha yeni aydınlanıyordu… Şehir içi servisleri epey dolu olduğu için servis soförlerine talepte bile bulunmadan bisikletlerimizi topladığımız gibi yola koyuluyoruz. Eve kadar 20 km şehir içi pedal çevirmek pek zevkli olmuyor. Bu yolu hiç ama hiç sevmiyoruz. Neyse ki Konak’tan sonra sahile indiğimizde yol daha bir çekilir hal alıyor. Sabahın körü olmasına karşın balık tutan, yürüyen insanları görmek bizi çok mutlu etti.

Ve böylelikle bir maceranın daha sonuna geldik. Kısaca İzmir’den itibaren kuzeye doğru çıktığınızda irili ufaklı pek çok tarihi yapı göreceğinizden kuşkunuz olmasın. Özellikle Aigai antik kenti ve Bergama’da bulunan antik kentler görülmeye değer. Dünya’da gezilip görülecek, keşfedilecek çok yer var. Vakit ve imkan buldukça keşfetmeye, paylaşmaya devam…

GPS Verisi: Gps cihazınıza yükleyeceğiniz dosyayı buradan indirebilirsiniz.

Harita Bilgisi:

Şunu daha büyük bir haritada görüntüle: 9- Yukarıköy-Ezine

3. Bölüm tüm rotalar:

GPS Verisi: Gps cihazınıza yükleyeceğiniz dosyayı buradan indirebilirsiniz.

Harita Bilgisi:


Şunu daha büyük bir haritada görüntüle: Çanakkale-3-Bergama-Ezine