İzmir – Çanakkale Turu Bölüm 2 (BERGAMA)
25-26 Eylül 2012
25 Eylül 2012
Nerde kalmıştık? Hah ! Bergama ! Gobi Pansiyondayız. Çadır toplama derdi falan yok ama gün akşam üstü Bergama’dan çıkıp Bademli taraflarında kamp kurmayı planlıyoruz. Bu yüzden de tüm eşyalarımızı toplayıp odadan çıkıyoruz. Eşyalarımızı otelin uygun bir yerine bırakıp kahvaltıya geçiyoruz. Kahvaltı gayet tatminkar. Tamam bir Çiprika Pansiyon Mehmet abinin kahvaltısını tutmaz ama yine de yeterli :) Kahvaltımızı da yaptıktan sonra yanımıza ihtiyacımız olan eşyaları alıp atlıyoruz bisiklete. İlk ziyaret edeceğimiz yer Asklepion.
Yol da Gürkan’la bisikletleri değişiyoruz. Gürkan’ın bisikletinin furş takımından gelen bir çıtırtı varmış. Çıtırtı sebebini tespit ediyoruz. Bu esnada Gürkan’da benim bisiklet üzerindeki gidon boğazı yükseltme aparatını deniyor. Bisiklet Gürkan’a biraz küçük mü geldi ne? :)
Asklepion’a varıyoruz. Yor tarifi vermek isterdik fakat hatırladığım tek şey, yolu Didim’in Apollon Tapınağı’na giden yola benzettiğim ve sağlam bir yokuş tırmandığımdı. Bisikletlerimizi gişenin yan tarafında uygun bir yere koyup kilitliyoruz.
Asklepion adlı bu telaffuzü ve akılda kalması zor olan yer roma döneminin telkin ve fizyoterapi ile hastaların iyileştirildiği görkemli bir sağlık merkeziymiş. Yani bu alan aramızda en çok Özlem’in ilgi alanına giriyor :)
Asklepion adını Apollon’un oğlu olan ve Sağlık Tanrısı olarak bilinen Asklepios’tan alıyormuş.
İleride görünen tepenin üzerinde Akropol var. Oraya da çıkacağız.
Asklepion’da görülmeye değer pek çok yapı var. Teker teker dolaşıyoruz hepsini. Hatta bir ara bazı yapıların ne işe yaradığını öğrenmek için ingilizce hizmet veren kafile rehberlerinin yanında dolanıp korsan bilgi almaya çalıştık :)
Tiyatro’nun bulunduğu yere yöneldiğimizde bu tarihi çeşmeyi buluyoruz. İnsana çok garip geliyor yüz yıllardan beri akan bir çeşme…. Tam bu esnada bir davul, zurna, bir roman havasıdır ki kopuyor. Yahu antik kent içinde ne kutlamasıdır bu? Kısa sürede anlaşılıyor. Çevredeki roman mahallelerinde yaşayanların adetiymiş. Yeni evlenen çift buraya tören ile gelir ve damat, gelinin el ve ayaklarında bulunan kınayı bu çeşmeden akan su ile yıkar. Antik kent görevlileri de bu duruma müsamma gösteriyorlarmış. Açıkçası içeri giren roman vatandaşların müze kart sahibi olup olmadıklarını epey merak ettim :)
Ve tiyatro.
Tiyatronun durumu gayet iyi. Sağ ve sol taraflarda pencere büyüklüğünde yerler dikkatimi çekiyor. İçeri girmezsem olmaz :)
Gürkan’ı da peşimden sürüklüyorum, Özlem’i içeri sokabilmenin imkanı yok o yüzden ona teklif bile etmiyorum :) İçeriden pırr yarasalar havalanıp dışarı uçuyorlar. Girdiğimiz mağara düz bir şekilde kıvrılıyor. Yani tam olarak tiyatronun kavisli şekli ile aynı şekilde yol alıyor. Mağaranın tam ortasında bir girinti dikkatimizi çekiyor. Küçük bir oda gibi. Fakat içi boş. Sonra diğer pencereden dışarı çıkıyoruz.
Bu tünelin tam olarak neye yaradığı konusunda en ufak fikrimiz yok.
Asklepion’un ardından Kızıl Avluya geçiyoruz. Kızıl Avlu hakkında en ufak bilgisi olmayan biri bile gelse bu devasa yapının bir tapınma yeri olduğu ilk tahminleri arasında yer alır. Roma dönemden günümüze bu haliyle ayakta kalmayı başarmış bu yapının büyük kısmı tuğladan yapılmış. Sanırım dış kısmı ise zamanında mermer kaplı imiş. Bir de avluda çeşitli heykeller göze çarpıyor. Fakat hiç alışılmış heykellerden değil. Mısır tanrıları bunlar. Açıklaması ise, zamanında Mısır ile ciddi anlamda ticaret yapılıyormuş. Mısırlılar için burayı daha cazip hale getirmek için bu mısır tanrılarını yapmışlar.
Kızılavlu’yu da bitirdik. Kızılavlu’nun karşısında halıcılar var gidince görürsünüz. Hah burası da oranın arka sokağı :) Antika diye satılan halılar itina ile boyanıyor :)
Epey dolaştık haliyle yorulduk ve acıktık. Ev yemeği yapan bir işletme bulup karınlarımızı doyuruyoruz.
Şimdi sıra Akropol’e geldi. Akropol Bergama merkezden 250 metre yukarıda bir tepenin üzerine kurulmuş. Kara kara burayı nasıl çıkacağımızı düşünürken Akropol’e giden bir teleferik yapıldığı bilgisini alıyoruz. Bu teleferik bilgisi işlerimizi çok kolaylaştıracak. Teleferiğin bulunduğu yere doğru ilerlerken Bergama’nın restore edilmiş eski evlerinin yanından geçiyoruz.
Bisikletlerimizi aşağıda güvenli bir yere kilitleyip teleferiğe biniyoruz. Dilersek bisikletlerimiz ile araç yolundan tırmanıp yukarıda uygun bir yere de bırakabilirdik fakat böylesine güzel bir olanak varken buna gerek yoktu. Teleferik için aşağıdan bilet alırken sadece gidiş , sadece dönüş ya da hem gidiş hem dçnüş için bilet alabiliyorsunuz. Gidiş-geliş fiyatları öğrenci 5, tam 10 TL tek yön yarısı…
Teleferik Ekim 2010’da işletmeye açılmış. Sistem İtalyan Leıtner firmasına ait. Toplamda 8’er kişilik 15 gondol var. Tabii bu teleferiğin inşası esnasında yere basan ayaklar elbette 1. derece arkeolojik saha içinde de yer alıyor. Fakat olabilecek en etkin ve sağlıklı çözüm bu gibi gözüküyor. Daha önceden Akropolis’e ulaşım için akın akın otobüs seferleri oluyormuş. Bu yüksek tonajlı otobüsler sit alanından geçişleri esnasında yaptıkları titreşimler %90’ı halen toprak altında olan Akropol’de bulunan andezit yapılı eserlere zarar veriyormuş. Böylelikle şu anlık tam olarak otobüs trafiği kesilemese dahi büyük ölçüde azaltılmış durumda. Ha bu arada dedim ya teleferiğin ayakları 1. dereceden sit alanına basıyor tabii öyle gelişi güzel yapılmamış elbet. İzmir II Nolu Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu’nun izni ve Alman arkeologların kazıları ile yürütülmüş inşaat. Teleferik seyahati ise karayolu seyahatinden çok daha güvenli ve konforlu olduğundan bahsetmeye bile gerek görmüyorum. Kısaca teleferik iyi ki yapılmış diyorum.
Teleferik seyahatinde antik kentin yamaçlarında bulunan etrafa saçılmış yapı kalıntılarını kuş bakışı seyretmek büyük keyifti. Tabi yakından incelemeyi de çok arzuluyordum fakat muhtemelen bu kadar aşağılara inmeye zamanımız yetmeyecekti. Hatta aramızda sözleşiyoruz ”fazla aşağılara inmek yok” diye. Aslında bu sözleşme benim için geçerli idi. Güzel bir antik kente girince kendimi kaybettiğim ve saatlerce vakit geçirdiğim çok olmuştur.
Antik kentten içeri giriyoruz. Bergama’da ki antik kent gişelerinde garip bir uygulama var. Diyelim ki müze kartınız ile gişelerden giriş yaptınız. Direk müze kartınızı okutuyorsunuz. Sonra bir sebepten dolayı antik kentten çıktınız ve tekrar müze kartınız ile giriş yapmak istediniz.Tuvaletiniz geldi mesela… Zamanını net hatırlamıyorum fakat 3 ya da 4 saatlik bir bloke durumu söz konusu. Yani tekrar içeri giriş yapamıyorsunuz.
Antik kent epey büyük. Yine ilk girdiğimde nereyi dolaşacağımı şaşırıp bir sağa bir sola atlıyorum. Sonra mantıklı bir tur planı yapıp Özlem, Gürkan ve ben ortak hareket etmeye çalışıyoruz. Hah işte o en başta bir sağa bir sola saldırdığım zaman Zeus tapınağını atlamışım. Ayrıntıları yazının sonuna doğru aktaracağım.
Akropolde görülmesi gereken çok yer var. Her gördüğümüz yer hakkında çeşitli çıkarımlar yapmak, mantık yürütmek bizleri epey yordu. Özlem ve Gürkan yine ingilizce hizmet veren rehber avına başladı. Böylelikle hiç zorlanmadan hangi yapının ne zaman, nasıl, ne amaçla ve kim tarafından yapıldığını kolaylıkla öğrenebiliyoruz. Bu bilgiler üzerinden yapı hakkında yorum yapmak çok daha zevkli oluyor. Hatta bizimkiler iyice arsızlık yapıp rehberin çevresindeki insan kalabalığı azaldığında rehberin yanına sokulup ”kusura bakmayın biz sizi gizliden gizliden dinliyorduk da yapı hakkında bi kaç sorumuz olacaktı” diye rehberlere soru yönelttikleri çok oldu :)
Akropole gelen ziyaretçi sayısı epey fazla. Mesela geçen yıl (2011) toplam 280000 ziyaretçi almış. Fakat alan geniş olduğundan bu insan kalabalığı bizi pek rahatsız etmedi. Rahat rahat fotoğraf çekebildik. Hatta yasak levhaları o kadar azdı ki (belki de hiç yoktu bilemiyorum) Akropol’ü dolaşırken kendimi hiç rahatsız hissetmedim. Şimdiye kadar kendimi en çok rahatsız hissettiğim antik kent Efes oldu.
Bergama’ya bir öndeki gelişimizde Kozak Yaylası’na çıkarken yolun başında aşağıdan bu tiyatroyu görmüştük fakat Akropol’ü dolaşmaya zamanımız olmadığı için epey içerlemiştim. Çok şükür şimdi sırf antik kentleri gezmek için buraya geldik ve doyasıya dolanıyorum buralarda…
Bergama’nın tiyatrosu dünyanın en dik tiyatrolarından biriymiş. Rehberler, dolaştırdıkları turistlere her fırsatta bunu hatırlatıp dikkatli olmalarını tembihliyorlar. Hakikaten oldukça dik bir tiyatro. Eski insanlar işi biliyormuş. Şimdiye kadar dolaştığım tüm tiyatroların çok güzel manzarası vardı. Oyun, gösteri ya da konuşmadan sıkılan izleyici manzarayı seyre dalarak her türlü iyi vakit geçirebilir. Biz de basamaklardan birine oturup Bergama’yı ve alabildiğine uzanan manzarayı seyrediyoruz. Eskiden bu yapılaşma olmadan bu alan nasıl bir yer olabileceğini hayal etmeye çalışıyoruz.
Bulunduğumuz yer itibari ile ”Hadi Enes bundan sonrasında bişey yok gişelere geri dönelim aşağıya inelim” yeri idi. Fakat ben yine dayanamayıp şu yola bir bakalım, şu virajı dönünce ne var diyerek Özlem’i de peşimden sürüklüyorum. Fakat o virajların ardı arkası kesilmiyor ve her virajda farklı bir yapı ile karşılaşıyoruz. Hadi şunu da dolaşalım, bak aşağıda Z yapısı diye bir yer varmış orayı da görelim derken epey indiğimizi fark ediyoruz. Eh yorulduk da… Bir daha yukarı çıkmak pek işimize gelmiyor. Cep telefonundan uydu görüntülerine bakıyorum evet aşağıya kadar inen bir yol var. Yukarı çıkıp, teleferikle aşağıya inmektense buradan aşağı kaptırsak çok daha az yorulur ve zamandan kazanırız. Yukarıda kalan Gürkan’ı haberdar edip, geze geze aşağı inmeye devam ediyoruz.
Yukarıdan Kızılavlu’yu çok daha net seçebiliyoruz.
İyi ki de aşağıya doğru inmişiz. Her teraslanmış katta başka bir tapınak kalıntısı var. Önem sırasına göre yukarıdan aşağı belirli bir düzen izlenmiş.
Z yapısının içinde çeşit çeşit mozaikler var. Bu yapıya gelen insan sayısı epey az.
Ne değişik bir taş…
Artık o kadar aşağılara indik ki teleferik ile yukarıdan gördüğümüz çeşitli restorasyon çalışmalarının bile yakınlardan geçmeye başladık.
Son bir kaç yeri daha dolaştıktan sonra hakkı ile Akropol’ü dolaştığımıza kanaat getirip yolun sonundaki kapıdan çıkıyoruz. Bir dakika ! E tamam burada bir kapı var ve açık? Yukarıdaki gişeler? Güvenlik ? Neyse daha fazla sorgulamayalım. Bu kapıdan dilerseniz elinizi kolunuzu sallaya sallaya geçip antik kente giriş yapabilirsiniz. Kim bilir belki de bize öyle denk geldi, muhtemelen yukarıdaki restorasyon çalışmaları için ulaşımı sağlamak maksatlı açık bırakılmıştı bu kapı… Neyse ben ekte vereceğim haritada bu kapıyı da işaretleyeceğim. Ola ki yanınıza müze kartınızı almayı unuttunuz (ki benim başıma çok gelir) bu kapıdan bir şansınızı denersiniz ;)
Yürüyerek teleferiğin bulunduğu alana geliyoruz. Biz gelene kadar Gürkan teleferiğin tesis müdürü Serdal Bey ve halkla ilişkiler sorumlusu Murat Bey ile tanışmış.
Sedal ve Murat Bey ne kadar sadece teleferikten sorumlu olsalar da Bergama ve Akropol ile de son derece alakalılar. Onlardan epey bilgi alıyoruz. Gürkan ve dünya turu projesinden de haberdar olunca yarın bizleri Bergama’nın pek bilinmedik tarihi yerlerini gezdirmek istiyorlar. Normalde bugün Bergama’dan ayrılıp yol üzerinde bir yerde kamp kurmayı hedefliyorduk. Fakat daha Bergama Müzesi’ni de dolaşamamıştık. Müzeyi de ziyaret ettiğimizde yola çıkıp uygun bir kamp yeri bulacak kadar zamanımız olmayacaktı. Bu vesileyle Bergama’da bir gün daha kalıp Bergama’yı bilen Serdal ve Murat Bey ile Bergama’nın pek bilinmeyen tarihi mekanlarını dolaşmayı kararlaştırıyoruz. Sağolsunlar bizimle fazlasıyla ilgilendiler.
Ha bu arada ! Teleferiğin bulunduğu yerde muhabbet ederken Gürkan Zeus Tapınağı’nın fotoğrafını çekip çekmediğimi sordu. Benden gelen yanıt epey gülünçtü. ”Orası nere ki?” Yahu meğer ki sırf bu Zeus tapınağının asıl bulunduğu yer için buralara gelen insanlar varmış fakat ben Akropol’e girdiğim anda deli danalar gibi koşturduğumdan bu alanı atlamışım. Aslında gördüğümü hatırlıyorum fakat pek bir anlam verememiştim bu alana… Meğer ki burada devasa bir Zeus Tapına’ğı varmış. Fakat zamanında çeşitli sebepler ile Almanya’ya verilmiş ve parça parça sökülerek Almanya’ya taşınmış. Hangi arkeloğa, hangi rehbere sorduysak ne kadar yanlış olsa da doğru bir karar alındığı görüşünde. Çünkü bu kadar değerli bir yapıyı hakkı ile koruyamayacağımızdan eminler…
Neyse biz ne yaptık? Tekrardan teleferiğe binip Akropol’e giriş yapmak istedik. Fakat o da ne? Müze kartı gösteriyoruz fakat gişeden geçemiyoruz. Şu yazının başında bahsettiğim saat süresi dolmamış. Hobaaa. Ama bu bizim hakkımız girmemiz lazım. Önce görevlilere durumu anlatıp yardım istiyoruz ve uygulamanın mantıksızlığından bahsediyoruz. Fakat yardımcı olmuyorlar. Öyle mi? Öyle ! İyi o zaman biz de gözlerinin önünde kaçak giriş yapıyoruz. Sonuçta müze kartlarımız var ve uygulamanın saçmalığına göz yumacak değiliz.
Zeus tapınağının yerini görüp fotoğrafladıktan sonra geri dönüyoruz.
Zeus Tapınağı’nın wikipedia’dan aldığım fotoğrafı sizlerle paylaşıyorum. Gürkan’ın dünya turu esnasında Almanya’da bu tapınağın bulunduğu müzeye uğrayacak. Umarım bir gün bizim de tapınağın aslını ziyaret etme şansımız olur.
Akropolün ardından Bergama Müzesi’ne geçiyoruz. Bergama Müzesi şehrin merkezinde ve ana cadde üzerinde yer alıyor. Müzeyi bulma konusunda hiç sıkıntı yaşamıyoruz. Müze kartlarımızı gösterip içeri giriyoruz.
Müzeler şimdiye kadar hep 2. planda kalmıştır benim için. Antik kentleri dolaşmayı daha çok sevmişimdir. Bunda ki en büyük sebep ise dört duvar arasında bulunan eserlerin tam halini ve nasıl kullanıldıklarını kafamda canlandıramamam. İşte bu yüzden bana göre önce açık alanda görülmesi gereken yapılar görülmeli, ondan sonra müzelerdeki eserler incelenmeli. Böylelikle müze de bulunan değerli yapılar çok daha bilinçli şekilde incelenebiliyor.
Tıp biliminin simgesi olan Yılanlı Sütun Asklepion’dan buraya getirilmiş. Şuan Asklepion’da bulunan ise bu sütunun kopyası.
Bir gün içinde epey yer dolaştık. Çok yorulduk çok acıktık…
Serdal Bey ile akşam yemeği yerken Bergama hakkında etraflıca konuşup yarın ki plan hakkında bilgiler alıyoruz. Yarın öncelikle Kızıl Avlu’nun şu an restore edilen ve daha önceden dolaşmadığımız alt katını göreceğiz. Sonrasında bir kaç tarihi mekan ve ardından Kozak Yaylası yolu üzerinde bulunan bir mesire yerine geçeceğiz. Eğer uygun bir araç bulunabilirse Bergama’nın su kemerlerini bile görebiliriz !
26 Eylül 2012
Ertesi sabah aynen kararlaştırdığımız gibi Serdal ve Murat bey ile buluşup Kızıl Avlu’ya geçiyoruz. Evet burayı Bergama gezimizin en başında dolaşmıştık. Fakat yeni bir yer görmesek dahi bu tarihi mekanı bilen birilerinden dinlemek çok daha farklı bir olay. Çok ince detay bilgiler veriyorlar. Bir anda yapılara bakış açınız değişiyor.
Kızıl Avlu’nun hemen altındaki restore edilen yere girip bilgi alıyoruz. Şunu belirtmeliyim ki Türkiye’de yapılan belli başlı kazıların çoğunda yabancı menşeli firmaların çalışmaları var. Özellikle Alman’lar bizim arkeolojik derlerlerimizle bizden çok daha fazla ilgileniyorlar.
Kızıl Avlu’nun çevresinde bulunan mısır tanrılarının kopyasını yapan taş ustası Selim Usta’dan önemli bilgiler alıyoruz. Abimiz ekmeğini bu tarihi eserlerin restorasyonunda görev alarak çıkarıyor. Uzun yıllar yabancı arkeologlarla çalıştığından epey bilgili. Zaten zanaatini onlardan öğrenmiş. İşin tarihi bir yana bu restorasyon ve yapıların inşa tekniği de epey ilginçmiş. Ülkemizde bu kadar tarihi eser varken Selim Usta gibi zanaatkarların yetişebileceği bir okul yok maalesef. Selim Usta (Soldan 2. kişi), kendinden sonra yerine oğlu Rıfat’ı (Soldan 4. kişi) yetiştiriyor. Ne diyelim, umarım Selim Usta ve onun gibi önemli zanaatkarlar zaman içinde sayıları artar ve kendi tarihimize kendimiz daha çok sahip çıkabiliriz.
Dedim ya işin restorasyon tarafı da pek bir ilginç. Mesela şu fotoğraftaki duvara baktığımızda pek önemli bir detay görememiştik. Meğer ki restore edilen kısımlar çeşitli teknikler ile işaretleniyormuş. Duvardaki siyah taşlar duvarın orjinal taşları ile sonradan eklenilen taşların ayrılmasına yarıyor.
Kızıl Avlu’nun alt kısımlarındaki duvarlara da hızlıca bir göz gezdiriyorum. İleride bir köprü, tünel gibi birşey var. Fotoğrafını çekemedim. Çıkışı 100 metre kadar ileride. İçinden dere geçiyor. Tahmin edersiniz ki içerisi epey karanlıktır. Bu tünel ile köprü karışımı yapı yine çok eskilerden kalma. Ve şu an bu gözden ırak yapının üzerinde evler ve yollar var. Bu seferlik fırsatım olmadı fakat bir daha ki Bergama ziyaretimde kesinlikle oraya da gireceğim :)
Kızıl Avlu’da ayrılıp Ulu Camii’ye geçiyoruz. Aslına bakarsanız genel olarak pek dikkat çekici bir tarafını bulamadık. Mimari olarak baktığımızda çok emin olmamakla beraber kiliseden bozma olduğunu tahmin ediyoruz. Camiinin en ilginç yanı ise minaresi. Minarenin alt kısmında bulunan silindir şeklindeki taşın ilginç bir özelliği var. Çeşitli devrem v.s. gibi durumlarda hasar görmesi en muhtemel yapılardan birinin minareler olması nedeniyle minarede herhangi bir hasarın kontrolü için konuşmuş bu silindir şeklindeki taş. Peki sistem nasıl işliyor? Minarede herhangi bir hasar yok ise silindir sorunsuz şekilde dönüyor, ola ki minarede bir yamukluk, kayıklık var ise haliyle silindir taşın ekseni bozulacağından silindir taş dönmüyor ve minarenin hasar aldığı anlaşılıyor.
Ulu Camii Yapım tarihi 1400
Eski Bergama Evleri.
Bergama Ticaret Odası tarafından restore edilen bu ev dışarıdan görüldüğünden çok daha farklı.
Binanın alt katında böyle tünel şeklinde bir bodrum katı ile karşılaşıyoruz. Öğrendiğime göre bu bölüm normalde Akropol’e giden bir tünelmiş. Restorasyon esnasında kapatılıp toplantı salonu haline getirilmiş. Bulunduğumuz mevkii Akropol’ün bulunduğu tepenin etekleri zaten. Yakın tarih içinde Bergama kentinin ilk yerleşim yeri buralarmış. Evlerin ve yolların altından dehlizler geçiyormuş. Ah iştahım ne kadar çok kabardı anlatamam.
Evin bulunduğu bahçede Bergama Müzesi’ndekinden çok daha güzel ve ayrıntılı bir Zeus Tapınağı’nın maketi var.
Bizleri büyük bir heyecanla gezdiren Murat ve Serdal Bey.
Evin bulunduğu yerin biraz yukarısında ki tarihi çeşme.
Bergama merkezde görebileceğimiz bir çok şeyi gördük. Şimdi sıra Kozak Yaylası yolu üzerinde bulunan Orman İşletme Müdürlüğüne ait olan mesire yerine geldi. Buraya daha önceden yaptığımız Kozak Yaylası turunda gelmiştik.
Bu güzel mekanda bir saat kadar oturup közde çay eşliğinde sohbete ve Bergama hakkında bilgi almaya devam ediyoruz. Kendilerine ne kadar teşekkür etsek az. Bu tip detay bilgilerini araştırsak da bulamazdık.
Tekrardan Bergama’ya geliyoruz. Son bir ziyaret edeceğimiz yer kaldı. Buradan önce Sait Bey’in işletmesine uğruyoruz. Sait Bey (TEZ) Bergama’nın kaynaklarından sonuna kadar yararlanmayı bilmiş ileri görüşlü bir işletmeci. Nasıl yani? Öncelikle bölgede yetişen çam fıstığını farklı formlara sokarak çeşitli pazar kapıları açmış. Çam fıstığının helvası, ezmesi, krokanı, drajesi derken bir yemişten bir çok çeşit ürün çıkarmış. Bununla birlikte Bergama’nın tarihi ve turistik değerlerine hizmet veren bir tur acentesi kurmuş. Daha ne olsun?
Bize ikram edilen çam fıstığı helvası ve ezmesine bayıldık. Bu ürünlerden temin etmek isteyenler için online alış-veriş sitesi: http://fistikcim.com/
Gürkan’ın incelediği ise fıstık çamının kozalağı. Çam fıstığı bu kozalaklardan çıkıyormuş.
Ve son olarak Haluk Elbe Toplantı Salonunda açılan sergiyi ziyaret ediyoruz.
Peki nedir bu serginin özelliği. Sergide bulunan fotoğraflar Yunan Ordusu tarafından İzmir işgali sırasında çekilmiş ve ilk defa gün yüzüne çıkarılmış fotoğraflar. Haliyle fotoğraflar daha çok Yunan ordusu odaklı temalar içeriyor. Anladığım kadarı ile sergiyi açan kurum Ödemiş Belediyesi.
Bu sergiyide dolaştıktan sonra Serdal ve Murat Bey’e iki gün boyunca bizlerle ilgilendikleri için teşekkür edip toplantı salonundan Gobi Pansiyon’a kadar ara sokaklardan yürüyerek gidiyoruz.
Eski esnafların bulunduğu tek şeritli yolu olan dar bir sokakta fotoğrafta görülen eski kapının aralığından gördüğüm bir kaç ayrıntı beni bu kapıdan içeri girmeye zorladı.
Kapının ardından küçük bir tarih yatıyormuş. Sütunlar, kemerli kapılar v.s. atıl bir vaziyette öylece duruyor. Nedir ne değildir en ufak bir bilgim yok. Anladığım tek şey Bergama, İstanbul gibi bir tarihin üzerine kurulmuş bir şehir… Kim bilir Bergama’da gezilip görülecek ve pek çok kişi tarafından bilinmeyen daha nice yerler var.Fakat buraları keşfetek için pek vaktimiz kalmadı. Zaten Bergama’da planladığımızdan çok daha fazla kaldık burada. Gobi Pansiyon’dan eşyalarımızı alıp yola çıkıncaya kadar saat 15:00’i geçmişti bile. Yemek yemeyi erteleyip bir an önce yola koyuluyoruz.
Ve böylelikle gün bazında 3 gün, süre bazında 1,5 gün süren Bergama keşfimiz son buluyor. Bergama’da keşfedilecek daha çok yer var ve uygun bir zamanda şu giremediğim tünel ve Akropo’ün kuzeyinde kalan su kemerlerini mutlaka ziyaret edeceğim. Son olarak turumuzun Bergama bölümünü çok farklı boyutlara taşıyan Serdal ve Murat Bey’e tekrar tekrar teşekkür ederiz.
GPS Verisi: Gps cihazınıza yükleyeceğiniz dosyayı buradan indirebilirsiniz.
Harita Bilgisi:
Şunu daha büyük bir haritada görüntüle: Bergama
-
Pastel Uykuda
-
Gurkan Genc
-
Omer Disdis