İspanya-Fas Bisiklet Turu Bölüm 2- Sitges’den Çıktık Yola

İspanya’da ilk kamp deneyimimiz hiç de konforlu olmadı… Gece boyu trenler geçmeye devam etti. Tren sesleri tamam bir de yer de titriyor arkadaş :) Saat 3 gibi tam tren seferleri kesilmişti ki demir yolu bakım ekiplerinin gürültüsü paramparça olmuş uykumla ilişkiye girmeye devam ettiler… Gürkan horul horul uyuduğunu söylüyor… Yahu gece boyu 15 dk ile 30 dk arası değişen aralıklarla 20 metre ötemizden sürekli trenler geçti nasıl uyudun arkadaş? Uzun süredir yolda olmanın getirdiği deneyimler olsa gerek…

 

Neyse, ”sabah erkenden yola koyulmak için uyandık” diyeceğim ama bu erken ya da sabah falan değil. Daha şafak sökmedi arkadaş :) Evet saat 07:15 fakat etraf zifiri karanlık… Ha durumdan şikayetçi falan değilim, zaten gece boyu uyuyamamışım artık çadırda durmanın da bir alemi yok. Çimento fabrikasından süzülen ışıklar sayesinde zorlanmadan çadırlarımızı topladık.

Şimdi burada çay, zeytin, peynir, domates, boyoz, gevrek, ne bileyim böyle bal kaymak (şlup !) bulup kahvaltı yapacak halimiz yok. Ha yapılamaz değil fakat zaten bulunduğumuz alan pek nahoş, burada kahvaltı keyfi falan olmaz. Olsa da 2 saat sürer :) Günler kısa yol yapamayız… E napıcaz? Gürkan’ın çözümü başlangıçta ne kadar kafama yatmasa da 3 ay 10 günlük seyahatin sonunda söyleyebilirim ki en akılcı kahvaltı çözümü. MÜSLİ !

-Abi o yenir mi yaa!?
-La olm bi dene acayip doyurucu. Midene löp diye balçık gibi sıvanıyor öğlene kadar acıkmıyorsun…

-E hadi bakalım…

Neyse ki gıda mühendisleri benim gibi arkadaşları da düşünmüş olacak ki ata arpa verilir gibi sek yapmamışlar. Carrefour’dan Crunchy serisinden içinde fındık, kuru üzüm olanından bir müsli almıştım. Süt ile karıştırınca mis gibi oldu… Özellikle kuru üzüm olayını çok tuttum…

Sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra yola kaldığımız yerden devam ediyoruz. Hava soğuk. Gürkan yine bir şort bir gömlek… Funda ile ben windstopper, polar artık ne varsa üzerimizde… Gün içinde parça parça çıkarıyoruz hepsini :) Kıvrıla kıvrıla ilerleyen yoldan devam ediyoruz. Sabahın körü fakat halen araçlar yollarda. Yine arkamızda uzun bir trafik oluştu. Yapacak bişey yok… Sonunda inişe geçiyoruz. İnişin bitiminde benzin istasyonu görüyoruz. Dün akşam yemek yemeden yatmıştık. Düşünün o derece yorgunduk…

Gürkan benzin ocağı için benzin alacak.Ene ! O ne ?! Benzin istasyonunda pompacı yok ! Gürkan alışık bu duruma. İnsan gücü değerli… Bu yüzden rekabetçi fiyatlar için insan gücünün  alternatifi olan giderler otomasyona bağlanmış ya self servise dönmüş ya da minimum insan gücü ile yürür hale getirilmiş. Biz de işi yapmak için insan gücü çalışmıyor, insanların kuralsız davranışlarını düzene sokmak için insan gücü çalışıyor… İnsanlar yere çöp atmadığı müddetçe kaç çöpçünün iş yapması gerekir? Ama doğru müteahhitler taş mı yiyecek?

Gürkan benzini tankına doldurduktan sonra içeri geçip ödemesini yapıyor. Bana da ocak için alkol lazım aslında… Du bakalım bir yerlerden buluruz elbet… Deniz kıyısına doğru ilerleyip  Sitges kasabanın sahil tarafından giriş yapıyoruz. Karınlar tok fakat afyonlar daha patlamadı. Bir kahve içsek fena olmayacak… Gürkan sahilde yürüyen bir bayana kahve içebileceğimiz bir yer olup olmadığını sordu. Hava daha yeni aydınlanmış, bu saatte açık dükkan olur mu ki? Bayanın tarif ettiği yeri elimizle koymuş gibi buluyoruz. Ara sokakta ufak şirin bir yer. Dışarıda masa falan yok. İşletmenin tabelası da pek bir sade… Dışarıdan düz bir yer… Aslında Barselona’dan beri bu sadelik dikkatimi çekmiyor değil. Yahu bizdeki gibi koca koca tabelalar falan yok. Herşey sade ve temiz…

Birer kahve yanında da kruvasan falan spariş ettik… Çok ahım şahım bir yer değildi fakat bu sıcak ortamdan nedense çok etkilendik. Belki de o anki şartlar nedeniyle ve ruh halimize göre o an o ortam tam ihtiyacımız olan yerdi, bilemiyorum… Gürkan gps cihazına İspanya haritasını yüklememiş. Bilgisayarı çıkarıp cihaza harita yükledikten sonra hesabı ödeyip kalkıyoruz. Tam fiyatları hatırlayamamakla beraber kahve 1€, kruvasan 1€ yoplam 2€… Rakamsal olarak güzel fiyat. 2 TL gibi… Fakat döviz kurunu hesaba katında 6 TL’lik bir fiyat bu basit kahvaltı için biraz tuzlu ha? … Pahallılık mevzusu aslında tamamen TL kazanıp Euro harcamaktan kaynaklı. Kısıtlı bir bütçe ile 3 aylık bir plan tutturmaya kalkınca tadından yenmiyor doğrusu :) Aynı bütçe ile 1 ay sadece İspanya turu planlasam muhtemelen daha rahat hareket edebilirdim… Neyse daha fazla para meseleleri ile kafanızı şişirmeyeyim. Bu bilgiye ihtiyacı olanlar almak istediğini aldı zaten :)

Kasaba’dan ayrılmadan evvel bir eczaneye giriyoruz. Islak mendil, diş fırçası v.b. temel temizlik ihtiyaçlarımızı tedarik ediyoruz. Du bakalım alkol var mı? Ene var ! Ne kadar? 1 litre 5 € yani  15 TL. Ucuz sayılmaz fakat kendi yemeğimizi yapacağımız için her türlü kardayız… Alkolü de alıp yola koyuluyoruz.

Akdeniz sahilinden kopmadan, sayfiye beldelerini dolaşa dolaşa yol alıyoruz. Emekli tayfası hariç kimse yok meydanda… Kış aylarında Marmaris, Bozburun v.s. nasıl oluyorsa burası da aynen öyle :) Hatta çok daha tenha ! Kimsecikler yok. Tüm sahil şeridi bizim. Muhtemelen yaz aylarında  burası iğne atsan yere düşmeyecek kadar insan kaynıyordur. Şimdi? Herkes yazın tatil yapabilmek ve giderlerini karşılayabilmek için harıl harıl çalışıyor.

Öğlene doğru karnımız acıkıyor. İkilemde kalıyoruz kendi yemeğimizi mi yapsak yoksa bir işletmeden mi yesek? Ufak bir menü-fiyat tabelasına güvenim ufak bir işletmeye oturuyoruz. Fiyatlar ucuz da yiyecekler ne? Bacon tamam domuz eti. Tortilla ne? İşletme sahibi mutfağa kadar götürüyor bizi ne olduğunu anlatmak için. Avrupa Birliği ülkelerinden birindeyiz ama ingilizce anlaşabilmek epey zor… Yahu bildiğin yumurtaymış bu :) E hadi oturduk madem yumurta yiyelim :) Sparişleri verdikten sonra etrafı seyre daldık. Bu esnada yolun karşı tarafına park ettiğimiz bisikletlerin başına bir başka bisikletli geldi. Eski çantaları ile beraber epey yüklüydü. Gürkan seslendi, masamıza çağırdı bir tortilla da ona spariş verdi. Bir süre sonra dürüm şeklinde yağda pişmiş yumurtalarımız geldi. Üzerine kürdanla tutturulmuş iki zeytin :) Tanıştık yaşlı amcayla. Fernando adı. Net hatırlayamamakla beraber yıllardır çalıştığı işinden istifa edince kısa süre sonra maddi sıkıntılara giriyor ve eşi boşanıyor kendisinden. Bunu bariz sırıtarak anlatıyordu ya da bana öyle geldi. Sonrasında seyahat etmeye başlamış. Yürüyerek (veya otostopla hatırlayamıyorum) bisikletle v.s. Türkiye’den de geçmiş. Bol bol yoğurt yemiş :) E iş yok, maddi güçlükler peki nasıl geziyosun be adam? Minimum yaşadığı aşikar. Minimum yaşayabilmek için kendi içinde farklı bir sistem kurmuş. Hayır işleri sponsorluğu yapıyor diyeyim. Yardıma muhtaç bir insan için seyahat ediyor, gittiği kiliselerden bu insan için yardım topluyor ve hayır işlediği için kiliselerde uzun süreli olarak ücretsiz barınabiliyor ve beslenebiliyor. İşin din boyutu da var elbet. ”Charity” yani ”sadaka” diye geçiyor sanırsam… Bu arada dürüm yumurta güzelmiş yahu hakkını yemişim :)

Fernando’dan gideceğimiz güzergah hakkında bilgi alıyoruz. Bugün yolun kalan kısmını beraber pedallayabileceğiz. Yola koyuluyoruz. Demiryolu yanındaki tali yola çıkıyoruz. Fernando epey konuşkan bir insan ben pek bulaşmak istemiyorum Funda’ya paslıyoruz :) İspanyolca da Enis adı varmış. Kuzu mu demekmiş ne? Kız ismi olarak geçiyormuş. Peh ! :)

Yolumuz üzerinde önümüzdeki kasabanın tepesinde heybetli bir yapı var. Bir çıkıp bakacağız. Kasabanın içine giriyoruz, son kısımlara doğru eğim iyice artıyor. Umarım ter döktüğümüze değer. Yapının gideri var ama kapalı. Tarihi bir kiliseymiş.  Başka bir yoldan inip yolumuza devam ediyoruz. Anlaşılan bu bölgede beni tatmin edecek bir tarihi eser göremeyeceğim :/ Ya da görebildiklerim de ölü zamanlar olduğu için hep kapalı olacak.

Yolumuz üzerindeki bir başka tarihi eser roma kulesi oldu. Tamamen şans eseri bir anda karşımıza çıktı. Çok ciddi bişey değil. Tabii yine bilgilendirme levhası ispanyolca olduğundan bişey anlamadık. Acaba Fernando’ya tercüme ettirmemiş miydik? Hatırlayamadım…

Fernando ile beraber Tarragona’ya kadar beraber pedallıyoruz. Tarragona’da  yolumuz üzerinde görebileceğimiz en büyük Roma yapı alanı bulunuyormuş. Lakin Tarragona’ya vardığımızda  kamp yeri bulmak için pek vaktimiz olmadığından Tarragona’da Fernando’dan ayrılıp tarihi yapıları da ziyaret etmeden yola devam ediyoruz.

Tarragona’yı teğet geçtik. Şehrin çıkışında sanayi bölgesinde bulduk kendimizi. Gps bizi kestirmeden gideceğimiz yola çıkartacaktı lakıin yolda yeni düzenleme yapıldığı için kesişeceğimiz yolu geçemedik. Sonra geldiğimiz yolu komple geri dönüp normal yoldan devam ettik. Bir iki saate kadar yine hava kararacak. Dünden tecrübeliyiz saat 18:30’da kararıyor. Kamp için uygun yer kolluyoruz. Bölge genel olarak düz ve doğru dürüst ağaçlık bir alana rastlamıyoruz. Yine bir tatil beldesine giriyoruz.  Biraz soluklanıp cep telefonundan uydu görüntülerine bakarak uygun bir yer buluyorum. Deniz kenarı korunaklı bir yer. Yakında yerleşim yeri de görünmüyor. Telefondan bulduğum yere gidiyoruz fakat yol kapalı, özel mülk de olabilir… Biraz daha ilerleyince ufak bir orman koruluğu gözümüze kestiriyoruz. Koruluğun içinde ışıklandırma olmadığı için oldukça karanlık. Önce bisikletsiz olarak ormana girip çadır kurulabilecek ve insanların bizi göremeyeceği bir yer tespit ediyorum. Sonra yoldan kimsenin geçmediği bir anda ormanın içine dalıyoruz. Paldır küldür çadırları kuruyoruz. Mümkün mertebe sessiz olmamız lazım. Çünkü yola çok yakınız.  Katalan bölgesinde kamp yapmak hakikaten zor olacak bizim için… Gürkan’ın benzin ocağı ziyadesiyle gürültülü olduğu için benim alkol ocağı ile makarna pişiriyoruz. Kedi gibi mırıl mırıl kaynatıyor suyu :)


Yemeklerimizi yedikten sonra çadırlarımıza çekiliyoruz. Yorucu bir gün oldu…

Yahu gün gün yazmayayım 3 ay nasıl bitecek diye düşünüyorum ama olmuyor bir türlü. Neyse toparlayacağım inşallah… Özet geç canavar ! :)

Harita Bilgisi: 

  • mehmet yavuz

    Gevşemek yok,sen 90 gün boyunca orda burda fink at sonra bizi bu hikayeden mahrum et :)

    yok öyle !
    Aynen devam