Düverlik (Merdivenli Koy) Keşif
3-4 Kasım 2012
Memleketten dönünce artık ikinci memleketim olan İzmir’e olan özlemimle güzel bir keşif yapalım diyorum. İstikamet Düverlik (Merdivenli Koy). Geçmiş yazılarımı takip edenler bilir, Merdivenli Koy’a geçtiğimiz temmuz ayında kano (sea kayak) turumuzda keşfetmiş ve çok beğenmiştik. Şimdi ki hedefimiz koyun yakınına kadar gelen bir yol ile bisikletlerimiz ile gidebildiğimiz kadar gidip, kalanına da uydu görüntülerinden anladığım kadarı ile patika olduğunu umduğum bir yoldan yürüyerek koya ulaşmak.
Bizi koyun yakınına kadar bisiklet ile götürecek olan yolu ise yine daha önceden keşfettiğim terkedilmiş Söğüt Köyü’ne giden yol. Eh varış noktası daha önceden keşfedilmiş, yolu da biliyoruz peki neyi keşfedeceğiz? Koy’a karadan nasıl ulaşacağımızı… Bir keşifte bu kadar çok veriyi bildiğime göre artık bu keşfe daha çok insan davet edebilirim. En azından başımıza gelebilecek bir çok şey hakkında fikrim var. Perşembe akşamından itibaren süren yoğun telefon trafiğinin ardından Sencer, Funda, Yeşim, Cihad, Özlem (çakılı kadro :D) ve ben olmak üzere toplam 6 kişilik bir ekip oluşuyor.
Plan ise kulağa hoş geliyor. İçinde bisiklet, kamp, trekking, yüzme ve terkedilmiş köylerin bulunduğu komplike bir tur olacak.
Eh kişi sayısı artınca talepler de artıyor. Benim önerdiğim saat diğer arkadaşlara erken gelince toplanma saati 11:00’e kadar sarkıyor. Neyse çok ciddi mesafeler yapmayacağız, yalnız yolun son kilometreleri bozuk yol ve hafif eğim tırmanış var. Narlıdere Tansaş’da buluşup kampta yemek için gerekli tüm yiyecekler alındıktan sonra yola koyuluyoruz.
Mümkün mertebe trafiğe takılmadan tempolu bir şekilde yol alıyoruz.
Yol üzerinde küçük simir, poaça, boyoz ve çay ile kahvaltı yapıyoruz. Daha doğrusu öğlen kahvaltısı :)
Cihad Trabzon’da ki uzatmalı üniversite hayatına geçen aylarda son verip radikal bir karar alarak İzmir’e gelir. İzmir’de iş bulup burada yaşamaya niyetli. Ayrıca kendisi benim liseden sınıf arkadaşım olur. Fakat o zamanlar pek muhabbetimiz yoktu. Kendisi liseden sonra üniversite hayatı boyunca uzun bir dönem faal olarak dağcılık yapmış ve ardından bisiklete başlamış. Ben de Cihad’ın bisiklete başladığını öğrenince kendisiyle irtibata geçiyorum. Zaman içinde kendisiyle günübirlik turlar yapıp yakından tanıma imkanı buluyorum. İyi anlaşıyoruz. Zorlu faaliyetlerde sağlam bir partner olacağından şüphem yok. (ki zaten benim şimdiye kadar yaptıklarımdan çok daha deli aktiviteler yapmışlığı var. Ne siz sorun ne de ben anlatayım)
Kahvaltının ardından mola vermeden yola devam ediyoruz. Urla’yı geçip Karaburun yol ayrımına kadar pedallıyoruz.
Karaburun yol ayrımından sola dönüp stabilize yola giriyoruz. (Karaburun yol ayrımında (İ.Y.T.E’nin bulunduğu kavşak sağa dönersek Karaburun, düz devam edersek Çeşme’ye gideriz. Biz sola sapıp bir çok kişinin hiç bilmediği bir yola giriyoruz. Buraya kadaar Narlıdere’den itibaren 39 km yol gelmişiz. Mevzubahis yol otobanın altından geçip otobana paralel bir şekilde devam ediyor. Yol ayrımından sonra 4.7 km kadar yol aldıktan sonra bu yoldan da sola saparak ayrılıyoruz. Daha dar ve daha zorlu bir yola sapıyoruz.
Sonbahar’ın güzellikleri arasında pedallayarak yol alıyoruz.
Artık çok daha taşlıklı bir yolda hafif eğimde tırmanıyoruz. 5 km kadar bu şekilde yol alarak 100 metre irtifa kazanacağız. Evet rakamlar çok makul görülebilir fakat yol durumu işleri biraz zorlaştırıyor.
Geniş tabanlı bir vadide yol alıyoruz. Çevremizde hiç bir ev yok. Yanımızdan araç geçmiyor. Zaten bu civarda bir benim bildiğim iki hane hariç başka kimseler yok…
Arkadaşlar artık medeniyetten uzaklaşmaya başladıklarını anladılar. Eminim bu kadar az kilometre yaparak bu kadar bakir ve sakin bir yere gelebildiklerine çok şaşırmışlardır.
Ve bu civardaki terk edilen eski rum köylerinden biri olan Söğüt Köyü’ne geliyoruz.
Buranın fotoğraflarını daha önceden bol bol çekmiştim. O yüzden etrafta çok fazla oyalanmıyorum.
Biz Söğüt Köyü’nü dolaşırken bu amca çıka geliyor. Yol üzerinde bir kulübesi var. Geçerken görmüştük. Acayip şeker ve konuşkan bir amcamız. Amcamızın adı Hamza. 76 yaşında tipik bir ege insanı. Hamza amca ile muhabbetimizi zoraki bitiriyoruz. Aksi halde amcamız anlattıkça anlatıyor, biz de zevkle dinliyoruz fakat hava kararmadan çadırlarımızı kurup ateş için odun toplamalıyız. Eh kahvaltıdan beri doğru düzgün bir şey de yemedik karınları da doyurmak gerek…
Merdivenli Koy’a bisikletlerle inemeyeceğimize eminim. Şuan ki önceliğimiz suyunu içebileceğimiz bir kuyu yakınına kamp atmak. Hamza amca kilise yakınında kuyu olduğunu söylemişti. Ben de gece kamp için kilisenin çevresindeki düzlüğü gözüme kestirmiştim, isabet olmuş. Bu arada kilise dediğime bakmayın, zamanında açık kısmı duvarlar örülü bir mağaradan bahsediyorum.
Ve işte mevzubahis kilise. Daha detaylı fotoğraflara buradan ulaşabilirsiniz.
Biraz arama ile kuyuyu bulup su çekiyoruz. Evet su sorununu da çözdük şimdi gönül rahatlığı ile çadırlarımızı kurabiliriz.
Yalnız bulduğumuz su biraz bulanık. Tadı gayet iyi. Kimi arkadaş kaynatıp öyle içmeyi tercih ediyor kimisi de benim gibi suyu süzmeden bile kafasına dikip içiyor. Suyun tadı gayet iyi.
Kuyuya biraz mesafede etraftaki en az taşlık ve düzlük olan yere sıra sıra çadırlarımızı kuruyoruz.
Sıra odun toplayıp ateş yakmakta. Çevrede istemediğimiz kadar kuru oldun var. Hem de kütüğünden çalısına farklı farklı ebatlarda. Bol bol odun topluyoruz.
Çevreden biraz da kuru ot yoluyoruz. Kuru otların üzerine küçük kuru odun parçalarını dizip otları tutuşturuyoruz. 2. denemede güzel bir ateş yakmayı başardık.
Çadırlarımızı kurduk, suyumuz var, ateş de yanıyor artık geriye karnımızı doyurup kampın keyfini çıkartmak kalıyor.
Özlem kampta sıkılmamak için yanında çeşitli eşyalar getirmiş. Dürbün, mızıka, iskambil kağıtları bunlardan bazıları :) Açıkçası dürbün getirdiğine sevindim. Etrafı seyretmek büyük keyifti. Hele hava kararınca ay ve yıldızları seyretmek güzel deneyim oldu.
Arkadaşlara sıkı sıkı tembihlemiştim yanınızda ocak, tencere v.s. getirin. Yok ise ateşte sucuk, konserve yiyecek v.s. mutlaka bulunsun. Aksi halde yakınlarda alış-veriş yapabileceğimiz hiçbir yer olmadığından aç kalma ihtimali vardı. Herkes bu uyarımı ciddiye almış. Funda ocağı ile makarna pişirirken.
Kamptan genel görünüm.
Sencer ateşin başında Funda’nın makarnayı hazırlamasını bekliyor :)
Özlem mızıkaya geçmiş :)
Neyse karınları doyurduk. Ateş başında muhabbete başladık. Yanımıza aldığımız patates ve sucuklar yanan ateşin közünde pişmeye bıraktık. Közde pişirdiğimiz patatesleri kaşarla beraber afiyetle götürdük. Evet doğru sanırım yemek işini biraz fazla kaçırdık. Yalnız bu kampın da tadı böyle çıkıyor yahu :)
Uzun süre oturduk muhabbet ettik. Bir de baktın saat hala 19:00 ! Yahu ne bitmez geceymiş :) Yığılı koca odunlarımız tükenince topluca kalkıp bulabildiğimiz en büyük kütükleri ateş başına taşıyoruz.
Gecenin ilerleyen saatlerinde peş peşe bir kaç kere tiz sesli bir kuş ötüyor. Herkes de ufak bir irkilme oluyor istemeden. Konuşmalar kesilip sesi dinliyoruz. Birisi ”Baykuş mu?” diye soruyor. Bir başka arkadaş bu kuş sesinin baykuş olmadığını baykuş böyle öter dediği anda bir baykuş ötüyor. Hepimiz kopuyoruz :) Böyle güzel muhabbetlerin ardından gece 24:00 gibi çadırlarımıza çekiliyoruz.
Gece en ufak bir ses dahi duymadım. İlginçti. Mutlaka çadır çevresine bir yabani hayvan gelir ayak seslerini duyarız ya da en azından rüzgarın oluşturduğu ilginç seslere kulak kabartım diye umuyordum fakat hiç bir ses duymadan deliksiz bir uyku çekiyorum.
Sabah ilk kalkan ben oluyorum. Eminim diğer arkadaşlar da uyanmış, çadır içinde keyif yapıyorlardır. Önce güzel bir sabah nağrası atıp bisikletimin kornasını bir kaç kez sıkıyorum. Kimselerde çıt yok :) Bir kaç dakika sonra herkes yavaş yavaş çadırından çıkmaya başlıyor.
Dün yaktığımız ateşin külleri halen sıcaktı. Kahvaltılıklarımızı çıkartıp kahvaltı yapıyoruz. Kahvaltı faslı biraz uzun sürüyor.
Karıncalar çalışıyor :)
Çadırlarımızı toplamadan bisikletlerimize atlayıp yola koyuluyoruz. Bisikletle gidebildiğimiz yere kadar gidip kalan yolu ise bulacağımız patikadan yürüyerek geçeceğiz. Yanımıza bir miktar yiyecek, ne kadar yüzme umudum olmasa da mayo ve dün İzmir’den beri taşıdığım 10 L kapasiteli su bidonunu alıyoruz.
Bisikletle gideceğimiz mesafe pek uzun olmadığını düşünüp kask takmaya gerek görmedim ve bu düşüncemi arkadaşlarla paylaştım. Yalnız, toprak ve taşlı bir yolda ilerlediğimizi ve yol üzerinde kısa fakat dik eğimler olduğunu göz ardı etmiştim. Kask mutlaka takılmalıydı.
Mantık olarak düşündüğümüzde deniz kenarına gidiyoruz o halde inmeliyiz. Fakat biz çıkıyoruz. Hem de yokuşlar epey dik.
Kısa bir süre sonra eğim azalıyor ve küçük bir ormanın içinde yol alıyoruz. Doğa harika !
Artık inişe geçtik. Dar bir yolda ilerlemeye devam ediyoruz. Yol kalitesi biraz daha bozuldu ve inişler ara ara dikleşmeye başladı.
Eğimler o derece dikleşti ki bir kaç arkadaş küçük kazalar geçirdi. Kesinlikle kask takılması gereken bir yol.
Uydu fotoğraflarından gördüğüm geniş düzlük alana geliyoruz. Buradan ileri bisikletin gidebileceği düzgün bir yol yok. Kamp alanından itibaren sadece 3.5 km mesafe almış olduk. 92 m çıkış 138 metre ise iniş yapmışız. Bulunduğumuz yer ise 160 metre yükseklikte. Yani 160 metre daha ineceğiz.
Bisikletlerimizi uygun bir yere bırakıp çantalarımızı yanımıza aldıktan sonra patikadan aşağı inmeye başlıyoruz.
Patika fotoğrafta görüldüğü gibi oldukça açık, yer yer taşlı bir zemin şeklinde ilerliyor.
Belli ki Hamza amca zamanında buralarda çok çalışmış. Videoyu seyredenler altılık (6 kg) balyozunun olduğunu ve bununla yol yaptığını öğrenmiştir. Hamza amcaya sahip olduğu balyozu yüzünden kendisine Thor lakabını takıyoruz :)
Bu arada tüm keşif boyunca daha önceden kullandığım garmin gps cihazı yerine android işletim sistemli cep telefonumu ve orux maps programını kullanıyorum. Bununla alakalı özel bir yazıyı da yakın bir zamanda yazmayı planlıyorum.
Ve son düzlüklerdeyiz. Buraya gelirseniz eğer aşağıda vereceğim rotayı bire bir takip ederseniz sorunsuzca koya ulaşırsınız. Bu düzlükte bir yerde rota aniden sola kıvrılıyor. Eger sola kıvrılmazsanız patikayı kaybeder, biraz zorlanarak koya ulaşırsınız.
Ve artık koya çok yaklaştık.
İlk olarak sol taraftaki büyük ta evlerin ayakta kalan duvarlarını görüyoruz, sonra yolumuzun üzerinde bulunan kocaman kuyuyu…
Biz kuyudan su çekene kadar Yeşim kendini denize atmış bile…
Koya geldiğimizde herkesin suratı gülüyor. Ben de tekrardan buraya gelebildiğim için çok mutlu oluyorum.
Funda yanında şnorkel takımını getirmiş.
Kasım ayında olmamıza rağmen su sıcaklığı oldukça iyiydi. Bu fırsatı sonuna kadar değerlendiriyoruz.
Bu koyda köşe bucak gezmediğim yer çok az kaldı. Koyun sağ tarafındaki tepede bulunan evlerin fotoğrafını daha önceden çekememiştim. Sırf buranın fotoğraflarını çekebilmek için tepeye tırmanıyorum.
Koy ile beraber evlerin güzel bir fotoğrafını çekmeyi başarıyorum.
Karşı kıyıdaki ev duvarları.
Koy’da bir kaç saat güzel vakit geçirdikten sonra dönüş yoluna geçiyoruz. Çünkü artık günler daha kısa ve hava kararmadan en azından ana yola kadar çıkmamız gerek…
Dönüş yolunda sularımızı tamamlıyoruz. Bu koydaki kuyu epey büyük. Yakınlarda su çekebileceğimiz bir kova ve ip olmadığını biliyordum. Bu yüzden İzmir’den beri yanımda bu 10 lirtelik damacanayı taşıyordum. Damacananın üst kısmına bıçakla geniş bir ağız yapıyorum. Böylelikle iple daldırdığım bidonun içine su kolaylıkla girebilecek. Yalnız bu sefer yanıma ip almayı unutuyorum. Bu unutkanlığım kampta aklıma geldiği için Cihad hemen çözüm üretiyor. Çadırın gerdirme iplerini söküp yanımıza alıyoruz. Kuyudan su çekmek için bu ipler işimizi fazlasıyla görüyor.
Kuyudan çıkan su, yukarıda ki kuyudan içtiğimiz suya nazaran çok daha berrak. Bidondaki berrak suyu gören arkadaşlar epey seviniyor fakat suyun tadına baktıklarında sevinçleri kısa sürüyor. Çünkü suyun tadı biraz tuzlu. İçilebilir bir su elbette. Fakat diğer kuyunun suyu bundan çok daha güzeldi. Neymiş? Suyun berraklığının suyun hijyenliği ve kalitesiyle bire bir ilgisi yokmuş.
Dönüş yoluna geçiyoruz.
Yürüyüşümüz yaklaşık 50 dakika kadar sürüyor.
Sonra bisikletlerimize atlayıp kampın yolunu tutuyoruz.
Kamp alanına geldiğimizde kalan kahvaltılıkları ekmek arası yapıp karnımızı doyuruyoruz. Ardından çadırlarımızı toplayıp dönüş yoluna çıkıyoruz. Dönüş yolunun özellikle ana yola kadar olan kısmı düne nazaran çok daha hızlı geçiyor. Çünkü dün çıktığımız 170 metre irtifayı bugün iniyoruz.
Gün batarken arkamızda böylesine güzel görüntüler oluştu. İzmir’e yaklaştığımız son kilometrelerde karnımız iyice acıktı. Sencer vapura yetişmek için vedalaşıp temposunu arttırdı. Yeşim de Sencer’in peşinden devam etti. Funda, Cihad, Özlem ve ben Bahçelievler’de balık-ekmek yiyerek bu güzel keşfi layıkıyla sonlandırıyoruz.
Bir başka keşifte görüşmek üzere…
GPS Verisi: Gps cihazınıza yükleyeceğiniz dosyayı buradan indirebilirsiniz.
Harita Bilgisi:
Şunu daha büyük bir haritada görüntüle: Merdivenli Koy Kesif
-
yeşim koşay
-
Okay