Cunda Tatil – Keşif / Mola Cunda !
17-18 Ağustos 2013
Selam arkadaşlar,
Bu hafta keşif yok, tatil var ! Nooldu garibinize gitti değil mi? Kahramanlar ihtiyaç molası vermez ama canavarlar arada tatile çıkabilir :) Neyse konuya döneyim ben. Zaman zaman ”Canavar Keşifte” projesiyle alakalı posta kutuma çeşitli mesajlar düşüyor. Kimisi, ciddiyeti olmadığını düşündüğüm banner reklam teklifi, kimisi rota tavsiyesi, kimisi de sitede bulunan bir yazı veya facebook sayfasında yaptığım bir paylaşımdan ötürü kafasına takılan bir soruyu sormak için olabiliyor. Bu sefer ”CUNDA ! ” başlıklı bir mail idi. Bu kısa ve öz başlıklı mail daha önceden mail kutuma düşen yüzlerce performans arttırıcı, otomobil veya ipad kazanma fırsatı v.b. aslı astarı olmayan spam maillerden biri sandığım için epey uzun bir süre dokunmadan kaldı öyle.Sonrasında merakıma yenik düşüp maili silmeden içeriğine bir göz atmaya karar verdim. Kısa ve öz bir şekilde anlatmak gerekirse Aff Reklam Ajansı aracılığı ile Cunda’da yeni açılmakta olan Mola Cunda isimli butik otele 17-18 Ağustos tarihleri arasında davetliydik.
Şimdi durduk yere nereden çıktı bu davet? Hani insanın kafasına bin bir türlü düşünce geliyor. Neyse olabilecek en kötü senaryoyu değerlendirdim sorun yok. En fazla Cunda’yı görmemize vesile olur :) Bazen insanın karşısına böyle ansızın sürprizler çıkar. Genelde afallanır ve geri çevrilir. Bu sefer biz bu teklifi iyisiyle kötüsüyle kabul etmeyi seçtik.
Son gün planlar netleşti. Baktık pazar günü boş görünüyor bisikletlerle Cunda’yı dolaşabilme umuduyla Özlem’in Gümüş’üne bisikletleri de bağlıyoruz. Cumartesi sabah bulutlu bir güne uyanıp Özlem’le beraber yola koyuluyoruz. Son dakikada Üçkuyular-Bostanlı vapurunu yakalıyoruz. Aslında bir 5 dakikamız daha varmış. Bizim saatler biraz ileri olunca… :)
Ardından yaklaşık 3 saatlik bir yolculuk ile Cunda’ya gelip Mola Cunda Otel’in önüne Gümüş’ü parkediyoruz. Zamanlama mükemmel. Kahvaltıyı kaçırdık ama tekne turuna yetiştik ;)
Anlayacağınız daha doğru dürüst kimse ile tanışmadan organizasyona karıştık :) Biraz düşündüm de Karya Sahilleri Bisiklet Turu‘nda Turunç-Marmaris ulaşımını sağlamak amacıyla bindiğimiz tekne dışında bir tekne turuna katılmamıştım. Genelde planı ve rotayı kendimin yapabildiği aktivitelerden daha çok zevk aldığım için tekne turları pek cazip gelmiyordu. Ha kano kiralayıp koyları geziyorduk. Onda da kanoyu devirip tüm ekipmanı Ege’ye bırakıp canımızı kurtarıyoruz o da ayrı mesele :)
Bu arada grup ile yavaş yavaş kaynaşıyoruz. Kaynaşmanın ötesinde tanışıklıklar hiç az değil. Engin Kaban‘ı zaten tanıyordum. Sırt çantalı gezgindi artık, bisiklete de merak saldı, yakında bisiklet turcusu olarak yollarda görürsem şaşırmam. Sonra Murat Tütüncü ile zaten bisiklet ekipmanları üzerine yazıştığımızı farkettim. İlk etapta Bilinmeyen Rota – Tuğçe Makarnacı, Löplöpçüler – Semih Diken v.b. bloglarından haberdar olup yüz yüze tanışmadığım bloggerlerla tanışma fırsatı buldum. Sonrasında zaten önce otel işletenleri Orçun Bey ile Çiğdem Hanım kendilerini tanıttı ve ardından sıra sıra herkes birbirini tanıttı. Grubun tamamı eli kalem tutan, seyahat eden, deneyimleyen, farklı tatlar arayan, yani kısaca hayatın farklı yönlerini keşfetmeye çalışan kimselerdi. Bu ortak payda beraber vakit geçireceğimiz iki gününün daha eğlenceli geçeceğinin habercisiydi.
Neyse tekneye dönelim tekrardan. Kaptanımız tekne ile seyir halindeyken bize geçtiğimiz koyları, çevremizdeki adaları ve geçmişini anlatıyor. Şuan adını hatırlamadığım bir koyda demir atıyor ve denize giriyoruz. Deniz buzz gibi ! Urla/Demircili , Çeşme/Altınkum, Karaburun/Gönsüz Koyu’ndan alışık olduğum bir soğukluktu bu. Özlem ise uzun süre denize girmeme konusunda direniyor ve sadece ayaklarını suya sokarak vakit geçiriyordu. Bir süre sonra Özlem ”Kıyıda bir mağara mı var?”. Baktım evet bir karartı var. ”Hadi gel bakalım” deyince Özlem suyun soğukluğunu falan unutup denize daldı ben de peşinden girdim suya. Demek ki Özlem’i soğuk denize sokabilmek için çeşitli amaçlar belirlememiz gerekiyormuş :)
Evet hakikaten bir mağara var. Ayağımıza güneşten ısınmış taşlar bata bata mağaranın ağzına kadar geliyoruz. Muhtemelen burası bir maden ocağı. Mağaranın içine girip bir miktar ilerliyorum. İleride önüme kocaman bir çukur geliyor. Daha fazla ilerlemeden geri dönüyorum. Maalesef yanımda bir fotoğraf makinesi taşıyamadığımdan bu anı kayıtlara geçiremiyorum. GoPro tekneye yetişme telaşesine arabada kaldı :/
Karınlar acıktı. Servisler açıldı porsiyon porsiyon balıklar gelmeye başladı. Ne yalan söyleyeyim benim gibi bir dağ adamı, keyiften uzak ağaç kabuğu kemirerek hayatta kalma hayalleri kuran (tamam tamam biraz abarttım :p) bir insanı bile cezbeden bir ortamdı. Şimdi diyebilirsiniz ”bu tekne turu organizasyonu yeni olan birşey değil amma anlattın !” . Evet öyle ama benim için ilk :) Sanırım fazla lükse alışmamak için hep uzak durduğum faaliyetlerdi bunlar.
Neyse yine de bu durumu kendi lehime çevirebilirim aslında. Gittiğim bölgede yapacağımız bir tekne turu sayesinde alacağım iz kaydı ve fotoğraflar ile bölgede daha sonra yapacağım keşifler için ekonomik ve kapsamlı bir ön araştırma çalışması çıkartabilirim ;)
Tekne turumuz yaklaşık 4-5 saat kadar sürdü ve beni fazlası ile memnun etti. Pazar günü yapmayı düşündüğümüz bisiklet turunda görmek istediğim koyların bir kısmını deniz yolu ile görmüş oldum :)
Denizde yapılan geyiklerin ufak bir kısmını bu video ile yansıtabilmeyi umuyorum.
Dönüş yolunda bir dondurma teknesi görüyorum. Yazlık beldelerde bolca bulunan bu tekneleri ben ilk defa görmüş oldum. Hatta yakın zamanda Vodefon’un bu tekneleri konu alan bir reklam çalışması vardı.
Tekne turunu sonlandırıp otele dönüyoruz. Biz biraz geç kaldığımızdan tekne telaşesine odamıza dahi yerleşememiştik. Resepsiyondan kaydımızı yapıp 101 nolu odaya yerleşiyoruz.
Odamız zemin kat ve direk otelin içindeki havuz, restorant ve barın bulunduğu ortak kullanım alanına açılıyor. Herşey nizami ve estetik. Herşey bir butik otele yakışır nitelikte. Yatağın üzerinde bulunan kartı, daha sonra otel hakkında görüşlerimizi yazmak üzere masanın üzerine kaldırıyorum.
Oda da seyahate/tatile çıkan bir insan için gerekli tüm ayrıntılar mevcut. Şimdi herşeyi teker teker yazmaya kalksam yazımızın konusu ”Otel Test-İnceleme” ye dönecek ki bu konuda ahkam kesebilecek bir insan değilim. Genel anlamda kendimi rahat ve huzurlu hissettiğim bir ortam yaratıldığını söyleyebilirim.
Fotoğrafta yer alan otel tarafından ikram edilen bu su pek çoğunuz için basit ve belki de önemsiz bir ayrıntı olabilir. Fakat benim çok çok önem verdiğim bir ayrıntı. Bu yüzden bu fotoğrafı özene bezene çektim ve paylaşıyorum. Bir tur bisikletçisi, bir kampçı, bir amatör kanocu, trekkingci, azıcık ucundan dağcı yani kısaca doğa sever bir sporcu olarak suyun değerini çok iyi biliyorum. Kurak coğrafyalarda pedallarken, yakınlarda su olmayan bir yere kamp kurduğumuzda kamp alanına su taşırken veya elimizde bulunan çok sınırlı suyu olabilecek olan en efektif şekilde kullanmaya çalışırken suyun değerini çok çok iyi anladım. İnsanların bir yerleşim yeri seçerken neden suyun bol olduğu yerleri seçtiğini veya bir köy terk edilirken neden kuraklığın birinci neden olduğunu daha iyi anladım.
Günümüzde bir lokantaya, restorana veya kafeye oturduğumuzda biz istemeden masamıza el değmeden plastik şişelere doldurulmuş sular gelir ve aynen hesaba. Eskiden sular sürahide gelirdi, ha illaki kaynak suyu olsun dersen cam şişelerde memba suları verilirdi. Kısaca suyun ikram olması ve ondan öte cam şişe olarak sunulması beni çok mutlu etti. Tekrarlayayım basit ama benim için güze ve önemli bir ayrıntı… Suyun hava almak kadar doğal ve mecburi bir ihtiyaç olduğunu düşünürüm.
Tekne turunda yediğimiz rüzgar bizi epey sersemletti. Akşam mangal partisi var. O zamana kadar duş alıp odamızda dinlenerek vakit geçiriyoruz. Bizi tanımayanlar için evet bizler halen çizgi film seyrediyoruz. Televizyonda seyrettiğimiz tek yayın sanırsam bu…
Mangal yakılmaya yakın bahçeye geçip boş bir masaya oturuyoruz. Özlem görüldüğü üzere içecekten çok içindeki meyvelerle ilgili :) Çocuk ruhlu sevgilim benim :)
Karınlar doyduktan sonra masalar birleşiyor muhabbet başlıyor. Anıdan, hikayeden bol bir şey yok elbet.
Masa üzerinde kişi başına düşen elektronik alet sayısının oranına dikkat çekerim…
Yediklerimizi biraz sindirince Cunda sahilinde turluyoruz. Aklımda kalan tek şey Semih’in esnaf ile kurduğu süper hızlı ve samimi diyaloglar oldu.
Sabah erkenden uyanamıyoruz. Biz seyahat modunda olsak da vücutlar tatil moduna girmiş bile… Kahvaltının son saatlerine ancak yetişebildik. Erken kalkabilseydik bisikletlerle çevreyi keşfe çıkacaktık fakat o da yalan oldu. Kısaca bisikletler bizi gezdireceğine biz bisikletleri gezdirmiş olduk :)
Kahvaltının ardından programda Ayvalık ve Cunda turu programı varmış. Otelin kapısında bizi etrafı açık havadar bir sarı turist otobüsü karşılıyor. Hehe yine ilk defa bir turist otobüsüne biniyorum. Bu tatil benim için farklı ilklerin yaşanmasına vesile oldu. Otobüsle kuru kuru dolaşmadık elbet başımızda bir de lisanslı rehberimiz vardı. Bizim sormamıza fırsat kalmadan her geçtiğimiz yer hakkında ufak çarpıcı bilgiler veriyordu. Bu aslında bizim istediğimiz veya alışık olduğumuz bir durum değildi. Gezen adam bire bir hayatlara dokunmak ister, bazı şeyleri yöre insanının ağzından duymak ister, bazı şeyler eksik veya tam doğru veya yanlış kendi araştırmaları ile öğrenmek ister… Bunu eleştiri olarak yazmıyorum, en azından benim için normalden farklı olan deneyimleri karşılaştırmak için söylüyorum.
Turumuzun ilk mola yeri lor tatlısında usta işletmelerden biri Çamlık dondurmacısı… Hakikaten tadı güzelmiş. Tabii bunu süper amatör olarak yazıyorum. İlk yediğim lor tatlısı olduğunu hatırlatırım. Denemeniz gerek seveceğinize eminim. Bununla beraber eğer canınız çok tatlı çekmiyorsa tatlıyı yarım porsiyon , çünkü tam porsiyon fazlasıyla doyurucu oluyor.
Eh katılımcılar blogger olunca anlık paylaşımların çokluğu da kaçınılmaz oluyor.
Ayvalık öncelikli olan otobüs turumuz yürüyüşle devam ediyor. Evet bundan sonrası daha eğlenceli olacağı kesin. Ara sokaklarda kentin tarihine dokunabilmek daha ilgi çekici.
Cunda ve Ayvalıkta bol miktarda kilise ve manastır var. Fakat bu gördüklerim arasında en ilginciydi. Burası Faneromeni (Ayazma ) Kilisesi’ymiş. Özellikle giriş kısmı dikkatimi çekiyor. Yunan tapınaklarını andırıyor değil mi? Detaylı bilgi için…
Cunda’nın parke taşlı ara sokaklarında dolaşmak cidden çok keyifli. Çok güzel evler görüyoruz. Her biri farklı bir dünya. Evlere genellikle kiremit rengi , sarı, kahverengi ve bu bölgeye özgü sarımsak taşı denilen, evlerin yapımında bolca kullanılan taşın renginden mevcut.
Kapılar ve kapı tokmaklarının ayrı bir hikayesi, estetiği ve üslubu var. Mesela bu el şeklinde olan kapı tokmaklarında parmakta bulunan yüzüğün ayrı bir önemi var. Yüzük orta parmakta ise bu evin zengin birisine ait olduğuna işaretmiş.
Eğer yüzük yüzük parmağında ise evde evli bir kanının oturduğuna işaretmiş. Ve buna benzer nice enteresan detay var bu sokaklarda…
Hagia Triada Kilisesi. Kilise hakkında detay merak edenler buraya buyursun ;)
Ve Şeytanın Kahvesi adlı mekana gidiyoruz. Neden buradayız? Koruk suyu içmek için. Koruk suyunun ne olduğunu bilmeyen benim gibi kara cahiller için hemen açıklayayım. Daha olgunlaşmamış üzümlerden sıkılarak elde edilen içaceğin adıymış. Genelde ekli tadlı olarak bilinirmiş ama bunun içimi çok rahattı. Kesinlikle sevdim !
Alibey (Çınarlı) Camii’ne geliyoruz. Cami’nin diğer adını veren Çınar ağacını görünce Kozak Yaylası‘nda gördüğümüz çınar ormanlarına dem vurarak ”bak işte bak gördün mü? Çınar dediğin belde de bir bilemedin bir kaç tane bulunur altına da kahve yaparlar adı Çınar Altı olur. Çınardan orman mı olurmuş yaaa !? ” diye tepkisini dile getiriyor :)
Yapı 1790 yılında kilise olarak inşa ediliyor. 1923 yılında camiye çevriliyor. Yani bu yapı 223 yaşında !
Kiliseden devşirilen bu cami de daha önceki gördüklerim gibi kilise olarak kullanılan yönüne tam dik olarak şekilde ibadet ediliyor. Bu durum hep dikkatimi çekmişti. Şimdi cidden Kabe ile Hıristiyan’lıkta kabul edilen kıblenin birbirine dik olması bir tesadüfmüydü? Bu kafamı kurcalayan sorunu çevredeki diğer arkadaşlarla da paylaştım. Araştırmacı kişilik Banu Hanım etkinlik sonrası konuyu araştırdı ve öğrendiklerini benimle paylaştı…
Kiliseler doğu-batı ekseninde inşa edilirmiş ve “kıble” olarak doğu yönünü temel alırlarmış. İsa’nın doğuda bir mağarada doğuşu, güneşin doğudan yükselişi gibi sembolleri temel alırlarmış. Yani sabit bir nokta yok yön var. Doğu-Batı ekseni… Kabe sabit bir nokta. Yani dünyada bulunduğumuz konuma göre kıblenin yönü değişken. Bu yukarıda örneklediğim camide iki kıble birbirine dik ? Google Earth’ten baktığımda evet kiliseler neredeyse tam olarak Doğu-Batı ekseninde. Bu mevzubahis yerler Ege’de. Yani Türkiye’nin en batısı. Kabe buranın Güney Doğu’sunda kalıyor. E nasıl olacak bu iş?
Aynı durum Alaçatı Pazaryeri Camii’nde de vardı. Buradan bir kaç kişiye sordum bilinen bir durum. Sebebine gelince… Şimdi yön olarak Hıristiyanlığın kıblesi Doğu, bulunduğumuz yere göre Müslümanlığın kıblesi yani Kabe Güney Doğu. Şimdi yapı içinde tam olarak Kabe’ye yani Güney Doğu’ya yöneldiğimizde görüş alanımıza kilisenin ikonu giriyor. Oldu mu? :) Neyse konu böyle enteresan. Araştırmaya devam edeceğim…
Neyse yer yön kavramını bir kenara bırakacak olursak yapının içi cidden etkileyici.
Ayvalık’ta ki enteresan yapılardan birisi de Saatli Camii. Fakat zamanımız pek yok. Müsait bir zamanda kendimiz gezmek üzere otobüse yöneliyoruz.
Otobüsle Cunda’ya dönüp şuan Kent Kitaplığı olarak hizmet veren (Koç Müzesi olarak da geçiyor) Agios Yannis Kilisesi’ne tırmanıyoruz.
Kilise yapısının benim en çok dikkatimi çeken tarafı hemen yanı başında bir de yel değirmeni olması. Konum itibari ile de çevreye hakim bir tepeye kurulunca Cunda’ya gelince kesinlikle uğranılası bir nokta oluvermiş.
Kilise çevresinden çıkan buluntular.
Kent kitaplığından sonra yürüyerek Cunda’nın ara sokaklarında dolaşarak otele dönüş yapıyoruz. Yolumuzun üzerinde irili ufaklı kiliseler görmeye devam ediyoruz. Ki bunların çoğu atıl ve yıkılmaya yüz tutmuş durumda.
Cunda pazarı.
Ayvalık’tayız madem ayvalık tostu yemeden olmaz di mi? Ne yalan söyleleyim herhangi bir şehirde bulunan herhangi bir büfede yediğim ayvalık tostundan pek farkını göremedim. Hatta bazı büfelerde yediğim tostun burada yediğimden daha iyi olduğunu iddia edebilirim. Ha varsa bunun için özel bir mekan yorum kısmına yazın bir sonraki Ayvalık ziyaretinde orayı deneyelim ;)
Tost dedik Ömürden ayran içerken çıkmış idare edin :)
Ve böylelikle Cunda ve Ayvalık”ı tanıma üzerine kurulan keşfimizi sonlandırmış bulunuyoruz. Gel gelelim bizi misafir eden Mola Cunda otele… Otelin dizaynı öyle gece konakla gündüz gez aktivitesine pek müsait değil. Nasıl yani? İnsanı otel içinde vakit geçirmeye iten detaylar var. Su kaydırağı, spa merkezi, gece animasyon tarzında 5 yıldızlı otel geleneklerinden bahsetmiyorum. Ortama uygun hoş bir müzik etrafta dolanıyor, ortam sakin, serinleme amaçlı havuzun üzerinde veya kenarında bulunan yayılma gruplarında güneşlenilebilir, kitap okunabilir, dinlenmenin esas olduğu pek çok fiiliyet gerçekleştirilebilir :)
Bununla beraber otel çalışanları gayet yardımsever, kibar ve ilgili insanlardı. Diyaloglarımızda en ufak sorun yaşamadık ve tüm sorunlarımıza akılcı çözümler üretildi. İlgi ve alakalarından çok memnun kaldık.
Şekil 1-A Engin Kaban dinlenirken…
Şekil 1-B Ömürden, Engin’in rahatını kaçırmadan hemen önce…
Bu arada biz o diz seviyesinin biraz üzerinde olan havuzda acayip eğlendik. Havuzun mantığını ben çok sevdim. Normal şartlarda yüzmek için havuza giren bir insan değilim. Gireceksem mis gibi deniz var yanı başımda havuza ne hacet. Fakat insanın otelden dahi çıkmaya enerjisi olmadığı zaman Pamukkale’ deki doğal sığ havuzlar gibi havuzun tabanına oturmak marifeti ile serinlemek bence dinlenirken çaba sarf etmeden serinlemenin farklı bir boyutu :)
Ayrıca havuz sığ deyip kestirip atmamak gerek biz acayip eğlendik :)
Pazar günü artık akşamüstü ertesi gün iş var yavaştan ayrılma vakti… Veda fotoğrafı çekip İzmir’in yolunu tutuyoruz.
Öncelikle bu güzel haftasonunu bize yaşatma konusunda vesile olan Aff Reklam Ajansı ve Pınar Hanım’a,
bizleri otellerinde misafir eden ve iki gün boyunca bizlerle ilgilenip Ayvalık ve Cunda’yı gezdiren Mola Cunda otel işletenleri Orçun Bey ve Çiğdem Hanım‘a, tatil boyunca organizasyonun çeşitli kollarında görev alan tüm arkadaşlara ve otel çalışanlarına, son olarak da bu davete icabet eden tüm blogger arkadaşlara bu hoş anların yaşanmasındaki katkılarından dolayı teşekkür ederim.
Mola Cunda Otel bağlantıları:
https://www.facebook.com/molacunda
http://www.youtube.com/user/molacunda
http://instagram.com/molacunda#
Haritada bulunan noktada otel falan görememeniz normal. Çünkü uydu görüntüleri 2009 yılına ait ve otel bu sene bitti ;)
Cunda ve Ayvalık kaynakçalarım:
http://arkeodenemeler.blogspot.com/ (İçeriğinde Cunda ve Ayvalık’ta bulunan pek çok arkeolojik ve tarihi yapı hakkında bilgi ve fotoğraf bulabilirsiniz)
http://www.karafakiden.com/cunda-da-mola-cunda.html / Blogger toplaşmasından tanıştığım Banu Hanım’ın gözünden Mola Cunda
Son Yorumlar