Bergama Kozak Yaylası – Madra Dağı
18-19-20-21 Ağustos 2012
Ramazan bayramında 4 günlük bir tatil oluştu. 4 gün memlekete gitmek için pek kısa olduğundan yakınlarda bisiklet turu yapmaya karar verdik. Ama nereyi gezmeli? Ağustos ayındayız havalar çok sıcak. Serin yerlerde pedallamak çok iyi olacaktı. Bir kaç alternatif arasında yine hesapta olmadan Kayhan abiden süper bir rota tavsiyesi alıyoruz. Gideceğimiz yer Bergama’nın kuzeyinde kalan Madra Dağı çevresi.
Bu ramazan bayramı turları geleneksel olmaya başladı. Bu seneki tur da bir çok açıdan geçen seneki Toroslar turu ile benzerlik gösteren bir tur oldu. Ne mesela? Geçen sene ki gibi zorlu dağ yolları ve doğa güzelliklerinin ön planda olduğu bir tur oldu. Yine rota son günlerde şekillendi. Ve yine çok yorulmamıza rağmen müthiş keyif aldık. Neyse gelelim tur detaylarına…
Sağolsun Kayhan abi rotayı çizip bana yolladıktan sonra ben de cuma günü mesai bitimine kadar rotayı detaylandırdım ve olası alternatif rotaları çizdim. Çünkü turun özellikle dağ taraflarında geçen kısımlarında uydu görüntülerinin çözünürlüğü çok düşük ve en güncel görüntüler 2006 yılına ait. Kaybolmamak için uydu görüntülerindeki her detayı iyi değerlendirmem gerekti. Bu da yetmedi cep telefonuna bu bölgenin uydu görüntülerini de indirdim. (Gps cihazına uydu görüntülerini indiremiyorum ne garip değil mi?) Çok da işime yaradı…
18 Ağustos 2012
Cumartesi sabah saat 7 gibi İlker, Özlem ve ben buluşup yola koyuluyoruz. İlk hedef İzmir otogar (İzotaş). Turumuzun en zevksiz kısımı burası… Narlıdere’den otogara 20 km’lik bir bisiklet yolculuğu yapmamız gerekiyor. Ve bu yolun trafiği cidden çok kötü. Bir diğer sorun ise Bergama’ya giden büyük otobüsün olmayışı. Genelde minibüs ya da midibüs tarzı küçük toplu taşıma araçları gidiyormuş. Bunlara da 3 bisiklet ve kamp malzemelerini yerleştirmemiz pek mümkün değil. Büyük otobüs bulmamız gerek. Sebat Turizm’in Ayvalık’a geçen araçları varmış. Yani Bergama’da bu yol üzerinde.
Anayol’dan Bergama merkeze kadar 7.5 km pedal çeviriyoruz. Rüzgar hep karşıdan esiyor. Sabah kahvaltı yapmadık. Evden erken çıkmamıza rağmen otogara ulaş, otobüs bul, Bergama’ya ulaş derken saat 1’e geliyordu. Şu 7.5 km yol boyunca hiç de azımsanmayacak kadar sözlü tacize uğruyoruz. Motosikletli ve otomobili olan gençler tarafından. Şehir içinde de benzer durumlarla karşılaşınca karar verdim Bergama’nın gençleri (kibarca dile getirmek gerekirse…) kaba…
Bergama’nın girişinde bizi sevimsiz bir yokuş karşılıyor. Öyle çok tırmanmıyoruz fakat onca düz yolun sonunda final böyle olmamalıydı. İyice acıktık. İlk gözümüze kestirdiğimiz lokantaya oturuyoruz. Yemekler dilediğimiz kadar güzel değildi ama idare eder. Biraz daha sabretseydik Bergama’nın tam merkezinde çok daha güzel yemek yiyebileceğimiz işletmeler varmış.
Garip bakışlardan son derece rahatsız olduk. Sıcak ve kalabalık sokaklar da eklenince bir an önce alış-verişimizi tamamlayıp yola koyulmak istiyoruz. Planlarımız içinde Bergama da bulunan antik kenti ve müzeyi dolaşmakta var dı fakat bu planı sonralara erteledik. Şimdi sadece doğa, zorlu parkurlar ve huzurun olduğu bir tur planına yoğunlaşıyoruz.
Hava sıcaklığı 40 derece civarı. Bir kaç hafta evvelin o dayanılmaz sıcaklığı yok ama yine de sıcak… Bergama şehir merkezinden çıktıktan sonra hafif meyilde tırmanmaya başlıyoruz. Sağ tarafımızdaki yüksek tepede antik tiyatro hemen ilerisinde iki küçük tepe arasında ise uzaktan su kemerleri görünüyor. Ayrıntılı fotoğrafları dönüş yolunda çekmiştim.
Yolda ilerledikçe yer yer nizami şekilde dikilmiş çam ağaçları dikkatimizi çekiyor. Önümüzdeki günlerde bu güzel görüntüyü daha yoğun biçimde bol bol göreceğiz.
Haritamda daha önceden işaretlediğim yolumuzun üzerinde bulunan bir piknik alanı var. Yol üzerinde her 1 kilometrede bir levhası var. Bergama merkeze 15 km mesafede. ve toplam 540 m daha yüksete… Orman müdürlüğünün alanı imiş. Sanırım çeşitli işletmelere kiralamışlar. İşletmenin bulunduğu iç tarafa girmek ücretli. Giriş kısmındaki banklar ücretsiz olmalı. Biz içeri girdik ocağı çıkarıp çay demledik, dinlendik kimse bir şey demedi…
Yol eğimi giderek artmaya başladı. Yer yer %10 üzeri eğimli yolda tırmanmaya devam ediyoruz. Sıcak hava ile beraber bu rampalar bizi epey zorluyor.
Yükseldikçe orman sıklaşıyor ve çevrede gördüğümüz yeşillik alan miktarı artıyor. Su sıkıntımız hiç yok. Çeşmeden bol bir şey yok burada…
Son rampaları tırmanıyoruz. Çok yorulduk fakat etraf o kadar güzelleşti ki yorgunluğumuza değdiğini düşünmeye başladık.
Bergama merkezden 19 km yol alıp 750 m toplam tırmanış yaptıktan sonra zirveye varmış oluyoruz. Zİrve 750 rakımda. Ardından hızlı bir inişe geçiyoruz.
İnişin sonunda giderek dikleşen fakat kısa olan bir rampa var. İnişte kazanılan hızı koruyarak rahatlıkla bu rampa çıkılabilir. Keza İlker ve Özlem öyle yaptılar. Fakat sağa ayrılan bir yol ayrımı dikkatim çekiyor. Mecburen yavaşlayıp levhaları sonra da gps de bulunan rotayı kontrol ediyorum. Evet bu yol ayrımından içeri girmeliyiz. Arkadaşlar tepenin üstünde beni bekliyorlar. El kol hareketleri ile durumu anlatıp onları tekrardan aşağı indiriyorum.
Yukarıbey (Kozak) Bucağı/Yaylası sapağından içeri giriyoruz. Girdiğimiz yolda kocaman bir reklam levhası var. Ne olduğuna pek anlam veremiyoruz. Bir kaç km ileride Yukarıbey Bucağı var. Günün büyük kısmı gitti. Bucakta konaklamanın daha sıkıntılı olcağını düşünüp sapaktan sonra çok fazla ilerlemeden ilk çeşme gördüğümüz yerin arka tarafındaki ormana yoldan gözükmeyecek uygun bir yere kamp atma kararı alıyoruz.
Özlem yol boyunca, yol kenarlarındaki böğürtlenleri süzdü. Gözüne kestirdiklerinde durup kısa molalar vererek böğürtlenlere daldı. Şansına kamp alanına yakın yerlerde yine böğürtlen vardı ve acele etmeden bol bol yiyebildi :)
Yol ayrımından sonra 100 metre ilerideki çeşmenin arka tarafında uygun bir yer buluyoruz. Tabanı gayet temiz, çalı çırpı olmayan ve rahatlıkla dolaşılabilecek güzel bir ormandayız. Ateş yakmamız pek doğru bir karar olmayacaktı. Bu kampta, kamp ateşinden yoksun bir şekilde geçireceğiz geceyi. Uzaktan yolu görebiliyoruz fakat yoldan geçen araçların bizi görebilme ihtimali çok düşük.
İlker ebaydan aldığı ocağı ile bize bulgur pilavı pişiriyor.
Özlem ise kaçıncı defa başladığını hatırlayamadığım spagetti canavarı ile alakalı kitabına tekrar başlıyor :)
Sanırım pilav hazır yanına sıcak bir çay iyi gider.
Hava kararınca muhabbet ediyoruz. Ancak saat 9:00’a kadar ancak dayanabiliyoruz. Çünkü kamp ateşi olmayınca karanlıkta vakit geçirmek pek eğlenceli olmuyor. Kamp ateşi geceye güzel renk katıyor. Ateş başında yapılan sohbetler közde pişen sucuk ve patateslerin tadı da başka oluyor.
Harita:
View Bergama – Kozak in a larger map
19 Ağustos 2012
Çadırın dış tentesini takmaya gerek görmüyorum. Fakat gece biraz serin geçiyor. Aslında bu iyi bir şey. Sıcak havada mümkün mertebe az giyinerek uyumaktan ise serin havada üzerime birşeyler örterek uyumayı tercih ediyorum.
Gözümü açtığımda karşılaştığım manzara buydu :)
Öyle rahat uyuduk ki uyuklamaya devam ediyoruz. Sonunda İlker dayanamıyor ve bize sesleniyor. Biz de ayaklanıp eşyaları toplamaya başlıyoruz. Herşey bir yana şişme mat ve uyku tulumunu toplamak tüm kamp malzemelerini toplamaktan daha zor geliyor bana .
Bu arada İlker yanında çadır getirmiyor. Hava durumları iyi yağmur yağmayacağına kesin gözüyle baktığından yolculuk boyunca geceleri uyku tulumu ve mat ikilisiyle geçirmeyi düşünüyor.
Acele etmeden yavaş yavaş toparlanıyoruz. İlker’in toplayacak bir çadırı olmadığından eşyalarını daha az dağıtmış oluyor ve bizden çok daha önce hazırlanıyor. Neyse ki acele edeceğimiz bir durum yok. Kahvaltıyı yolda yapma kararı alıyoruz. Yanımızda şimdilik kuru gıdalar var. Yukarıbey’de bir bakkal bulup domates, biber v.s. kahvaltıyı şenlendirecek yiyecekler alıp yol üzerinde güzel bir çeşme yakınında kahvaltı yapmayı düşünüyoruz.
Daha 1 km ilerlemiştik ki Yukarıbey’e varmış oluyoruz. Yaptığımız yolun büyük kısmının da hafif meyilli iniş olması bu süreyi iyice kısaltmıştı.
İlk gördüğümüz bakkala girip kahvaltıda tüketebileceğimiz gıdalardan alıp küçük bir koliye koyduruyoruz. Koliye koyduruyoruz çünkü yumurta da aldık. Kahvaltıda haşlanmış yumurta var :)
Yukarıbey’i geçip yola devam ediyoruz.
Yolun her iki tarafına da nizami olarak dikilmiş fıstık çamları görüyoruz. Uçsuz bucaksız görünen bu ağaçlık alanlar çok güzel görüntüler oluşturuyordu.
Yukarıbey’den çıkalı daha 2 km olmuştu ki güzel bir çeşme ve yakınında kocaman bir çınar ağacı olan güzel bir yer bulup burada kahvaltı yapmaya karar veriyoruz.
Biz ocak ve kahvaltılık malzemeleri yeni yeni çıkartıyorduk ki bulunduğumuz alanı meraklı inekler basıyor. İnekler o derece meraklı ki bol salyalı burunları ile bisikletleri incelerken bisikletleri deviriyorlar. Bir şekilde inekleri bertaraf etmeyi başarıyoruz.
Buradaki fıstık çamlarının altındaki zemini çimen olan güzel gölgelik alanları gördükçe, İzmir’de deniz kenarında iki metrekarelik ağaç gölgesi aradığım zamanları düşünüyorum.
Çalışan karıncalar.
Yumurtalar haşlanırken yeni nesil bir çoban geliyor yanımıza. Yeni nesil diyorum eskiden çobanlar ya yürürdü ya da bir at eşek vasıtasıyla yol alırdı, artık ulaşım burada da motosikletlerle sağlanıyor. Neyse, çobanla ayak üstü muhabbet ediyoruz sonra çoban dağılan sürüsünü toparlamak için gaza basıp sürüye doğru yol alıyor.
Domates ve biberler yıkandı ve doğrandı, çay demlendi, yumurtalar da hazır haydi kahvaltıya !
Yumurta tokuşturma da ilk maçın galibi İlker fakat ikinci karşılaşmada Özlem, İlker’i mağlup ederek şampiyon oluyor :)
Ekmek kırıntılarından karıncalarda nasipleniyor.
Bugün bayramın ilk günü. Erken erken yakınlarımızla telefonda bayramlaşıyoruz. Benim bayramlaşma epey kısa sürüyor. Anne, baba, abla :)
Sonra yeniden yola koyuluyoruz. Gelel olarak düz bir yolda ilerliyoruz fakat en önemlisi yoldan geçen araç sayısı çok az. Geçenlerin çoğu ise traktör v.b. yavaş araçlar oluyor. Yolun iki yanındaki ağaçlar yolu hep gölgelik tutuyor. Böylelikle bu yollarda pedallamak müthiş zevkli bir hal
Yol boyunca Özlem böğürtlenlere saldırmaya devam etti.
Bergama çevresinde bol miktarda granit taş ocakları var. Bu durum yol üzerindeki köylere de yansımış durumda. Terzihaliller köyü girişinde küçük bir taş işletmesi görüyoruz.
Köy içinde de granit küp taş döşenmiş yolları da görünce başlangıçta şaşırıyorum. Sonuçta bu taşın temini ve döşeme işçiliği bir çok yol kaplama çeşidine göre pahallıdır. Yani lüks sınıfına girer ve daha çok ortama nostaljik bir hava katmak için kullanılmış. Eh çevre bu granit küp taşların membağı olunca bol keseden kullanılması gayet doğal.
Bu köyü de geride bırakınca artık yavaştan tırmanmalara başlıyoruz. Tırmanışın başlarında biraz zorlanıyoruz fakat sonradan açılıp kendi tempomuzda rahat bir şekilde tırmanmaya devam ediyoruz.
Yolumuzun üzerindeki bir armut ağacı. Meyvesi boldu fakat daha olmamışlardı…
Granit taş membağında olunca insan çeşitli kullanım alanları da kendiliğinden doğmuş elbet. Bunlara bir örnekte tel çit uygulaması.
Çamavlu köyünden geçiyoruz. Burada bizi hoş bir sürpriz karşılıyor.
Çamavlu köyünde bir amcamız heykeltraşlık yapıyor. Evinin çevresindeki muhtelif alanlarda bir sürü taş işçiliği var. Hepsini teker teker inceliyoruz. Üstlerinde çeşitli hikayeler, geçmiş gündemlerden kesitler var. Amcamızın bir başka özelliği ise yazıların arasında boşluk bırakmayışı. Sanırımamcamızıneserlerindekullanmasıgerekenbirkaraktersınırıvar. :)
Tüm eserleri teker teker inceleyip fotoğraflıyorum.
Köyün birinde kendini bu kadar sanata adamış, el kabiliyeti yüksek bir şahsın yapıtlarını görünce epey şaşırıyoruz.
Tüm eserleri teker teker inceledikten sonra Güneşli köyüne doğru yol alıyoruz.
Güneşli köyüne kadar sürekli tırmanıyoruz. Artık o geniş düzlük, fıstık çamları olan yerleri geride bıraktık.
Güneşli Köyü’nden sonra uzun süre içinde bakkalı olan başka bir yerleşim birimi göremeyeceğiz. İlker ve Özlem şeker kullanıyorlar ve haliyle yanlarına şeker almamışlar. Ben de şeker almayı unutunca kampta yaptığımız çay ve kahveleri şekersiz tüketmek zorunda kalıyordum. Bu yüzden Güneşli Köyü’nün bakkalını bulup şeker ve almayı unuttuğumuz tuz v.b. diğer eksikleri tamamlıyoruz. Köyün bakkalı aynı zamanda yan tarafta bulunan kahvehaneyi işletiyor ve ayrıca köyün muhtarı :) Sağolsun bize çay ikram ediyor ve biraz soluklanıyoruz. Ayrılırken gideceğimiz yerin soğuk olacağını dilersek akşam kahvehanede kalabileceğimizi söylüyor. Bu teklif şekil olarak çok hoşumuza gidiyor fakat gidilip görülecek çok yer var, nazikçe teklifi geri çevirip yolumuza devam ediyoruz.
Güneşli Köyü’nü geride bıraktıktan sonra asfalt yol bitiyor ve toprak yolda ilerlemeye devam ediyoruz.
Toprak zeminde yol almak benim için çok daha keyifli oluyor.
Güneşli Köyü’nden itibaren 2 km kadar toprak zeminde yol aldıktan sonra karnımız acıkıyor ve bir çeşme yakınında öğle yemeği yeme kararı alıyoruz.
Yemek yiyeceğimiz alana ilk vardığımızda buranın pek rüzgarlı olduğunu fark ettik fakat çok sorun olmayacağı düşüncesiyle ocağı çıkartıp makarna pişirmeye koyulduk. Rüzgar zaman zaman şiddetini arttırdı ve bazen çekilmez bir hal almaya başladı. Rüzgar yüzünden suyumuz da geç kaynadı, makarnamız da geç pişti. Epey oyalanmış olduk burada. Yemeğimizi yiyip bulaşıklarımızı yıkadıktan sonra vakit kaybetmeden bisikletlerimize atlatıp yola devam ediyoruz.
Yol boyunca inek görmeye devam ettik.
Sürekli tırmanıyoruz. Tırmandıkça yükseliyor ve rüzgarı daha çok hissediyoruz.
Yokuş yukarı çıkarken İlker birden dengesini kaybedip düşüyor.
Çıkışların ardı arkası kesilmeyince yorulmaya başladık. Özlem ise bir süre sonra isyan bayraklarını çekip çok dik yokuşlarda bisikletini elinde taşımaya başladı.
Fotoğrafta görülen iki tepenin arasındaki boğazdan geçeceğiz. Bu günkü rotamızın zirve noktası 1100 m’den geçiyor.
Zirveye ulaştık gibi fakat durum maalesef öyle değil. Virajı döndükten sonra tırmanışın devam ettiğini görüyoruz.
Epey yükseldik. Yükseldikçe daha geniş bir manzara görmeye başlıyoruz.
İlker arazide bulduğu hayvan kemikleri ile anatomi çalışıyor :)
Çok fazla bir yolumuz kalmış olamaz fakat bu virajı da aldıktan sonra tırmanmaya devam ediyoruz. Zaman zaman gps cihazında ne kadar daha çıkacağımıza bakmaya korkar oldum :) Bizi zorlayan koşullardan birisi ise rüzgardı. Tam iki dağın arasındaki boğazda kaldığımızdan tüm hava akımı buradan geçiyordu. Şiddetli rüzgar ister istemez performansımızı etkiliyor, sabrımızı zorluyor ve moralimizi bozuyordu.
Son rampa öldürücü darbe gibiydi. Diğerlerine nazaran daha dik göründü gözümüze.
Ve zafer ! Yolumuzun zirve noktasındayız. 1100 metre rakımdayız. Pek etrafın tadını çıkaracak durumda değiliz. Çünkü bir an önce inişe geçip şu şiddetli rüzgardan kurtulmak istiyoruz.
Uzakta Edremit Körfezi görülüyor.
Öyle birden inişe geçmiyoruz. Hafif meyilde bir iniş yapıyoruz, ara ara bu tatlı inişleri tatlı çıkışlar ile süslüyoruz. Ortalama bir tempoda yol alabiliyoruz. Çok şükür rüzgar kesildi.
Sonra sert iniş olan kısma geliyoruz. Keyfini çıkara çıkara hızlı fakat emniyetli bir şekilde inişe geçiyoruz.
İlker gözüne güzel bir odun parçası kestirip bagajına sarıyor. ”Ben bundan bir şeyler çıkartırım” diyor. Orjinal insan ne diyelim :)
İnişin ardından biraz tırmandıktan sonra Hacı Hüseyinler Yaylası’na ulaşıyoruz. Fotoğraftaki çeşmenin suyu o kadar güzeldi ki daha yeni doldurduğumuz şişeleri boşaltıp buradan tekrar dolduruyoruz.
Bayram zamanı birçok yayla halkı meydanda toplanmıştı. Bizleri oldukça sıcak karşıladılar. Sohbet etmeye vaktimiz olmadığından ayak üstü nerden gelip ne yaptığımızı ve yayla hakkında kısa bilgiler aldıktan sonra usülen yol tarifi alıp yola devam ediyoruz.
Yayla’nın çocukları. Bana göre çok şanslılar. Eğitim imkanı açısından kuşkuluyum fakat şunu biliyorum çocukluğumda en çok eğlendiğim zamanlar yaz aylarını köyde geçirdiğimiz zamanlardı.
Aslında yaylanın içinde yol ikiye ayrılıyor. Ben iki yolu da çizip duruma göre yerinde tercih yapma kararı almıştım. Soldan geçen yolu tercih ediyorum. Çünkü diğer yolda biraz daha tırmandıktan sonra inişe geçiyor. Biz zaten yeterince yukarıda olduğumuzdan dolayı daha fazla atraksiyon aramayıp kısa ve öz olan, direk inişe geçen solda ki yolu tercih ediyoruz.
İnişe geçtikten bir süre sonra ormanın içinde buluyoruz kendimizi. Sağımız solumuz çınar ağaçları ile kaplandı birden. Çok çok güzel yerlerden geçtik.
Ve bir yol ayrımına geldik. Bugün planımızda olan alabalık çiftliğine varmayı planlıyorduk. Pek mesafe kalmadı falat önümüzde tırmanış var. Biz de epey yorulduk. Alabalık çiftliğine yetişip akşam yemeğini alabalık ile süslemeyi yarına bırakıp dere kenarına kamp atma kararı alıyoruz.
Kocaman bir çınarın dibine çadırımızı kuruyoruz. Öyle hakim bir noktada değiliz. Pek manzaramız yok fakat çevremizdeki doğa bir harika. Çevrede insanlara ait bir çöp bulamadım daha ne olsun !
Telefonlarımız çekmiyor. Tur boyunca belirli periyodlarla İlker, eşi Sema’yı arayıp yaşadıklarımız hakkında bilgiler veriyor. Maalesef kamp yerinde telefonlar çekmiyor. İlker bisikletinde ki yükleri boşalttıktan sonra telefonun çekebileceği yüksek bir tepeye çıkmak için yola koyuluyor. Bayağı bir tırmandıktan sonra telefon sinyal almaya başlamış ve eşi ile görüşebilmiş. Ardından kampa dönüp ateş yaktı.
İlker tam bir kamp adamı. Ortam müsait ise kamp ateşi yakmadan durmuyor. Yorgun olmasa ve biraz daha kalabalık olsak eminim çevredeki taşlardan güzel bir fırın yapardı :)
Bulunduğumuz yer bir harika. Bol bol fotoğraf çekiyorum.
İlker kirlenen çamaşırlarını yıkamış ve ateş başına dallardan kurduğu bir düzenek ile yıkadığı çamaşırlarını kurutuyor. Çamaşırların kendiliğinden kurumasının imkanı yok. Çünkü hava soğuk. Evet ağustos ayındayız ve şehir merkezinde sıcaklık 40 derece civarında gezerken biz bu vadide uzun kollu ceketlerimizi giymek zorunda kaldık. (İlker hariç :p)
Yemek pişirmek, etrafta gezinmek ve kişisel ihtiyaçlarımızı giderebilmek için bolca zamanımız oldu. Büyük ihtimal biraz daha zorlasaydık bugün alabalık çiftliğine varabilirdik fakat o zaman da hava kararmaya başlıyor olacaktı. Bu şekilde kamp atmak çok daha iyi oldu.
İlker bize yine bulgur pilavı yapıyor. Bu durumdan şikayetçi değiliz :) İçine bir de tulum peyniri doğruyoruz çok güzel oluyor. Tur boyunca yemek anlamında turun yıldızı tulum peyniri oluyor. İlker Bergama’dan yol boyunca bozulmayacak güzel bir peynir alma düşüncesiyle aldığı bu tulum peynirini katmadığımız yemek yok gibi. Hem kahvaltılarımızı hem de yemeklerimizi süsledi.
Kamp ateşinin olması geceyi renklendirdi. Uzun uzadıya muhabbet ettik. Sıcak çay, kahve içtik. Bi ara ben kamp ateşinde küçük bir sucuk pişirip afiyetle yedim. Yarın erken kalkmak için fazla geç saate kadar oturmayıp saat11:00 gibi yatıyoruz. Çevredeki yabani hayvanların kamp alanına dikkatlerini çekmemek için yiyecekleri kaplara koyup güzelce poşetliyoruz.
View Kozak – Madra in a larger map
20 Ağustos 2012
Sabah uyandığımda boğazım kuruydu. Ortamın neminden, rutubetinden etkilenmiş olmalıyım. Bugün erken kalkıp kahvaltının ardından yola koyulmayı kararlaştırdık. Eğer iyi bir saatte Bergama’ya ulaşırsak İzmir’e dönüş için otobüs bulup 1 gün erken turu bitireceğiz. Böylelikle işe başlamadan evvel iyice dinlenebilecektik.
Güzel bir kahvaltı yapıyoruz.
Kahvaltının ardından etrafta dolanıp fotoğraf makinasının modlarını deniyorum. Estantene öncelikli modda 6 sn’lik perde hızında fotoğraf çekmeye çalışıyorum. Böylelikle akan derede güzel efektler oluşacak. İlk fotoğraflar istediğim gibi olmuyor. Sonra tripodumu kurup yeniden deniyorum. Bu sefer sonuçlar daha tatmin edici.
Hepimiz hazırız. Artık yola çıkma vakti.
Güne tırmanış yaparak başlıyoruz. Dün akşam üstü İlker bu yoldan bayağı bir tırmanmış. Yolun tam ortasında yerden fışkıran bir kaynak görüyoruz. Ara ara kabarıp su fışkırtıyordu.
Ormanın içinde pedallayarak tırmanmaya devam ediyoruz.
Tırmandıkça dere kenarında bolca gördüğümüz çınar ağaçları yerini çam ormanları alıyor.
Dün geçtiğimiz ormanlar…
Yol üzerinde bir keçi sürüsüne denk geliyoruz. Başlarında da bir çoban köpeği avr ama çoban yok ortalıkta. Köpek haliyle sürüyü korumanın derdinde. Bisikletten inip kenardan kenardan sürüyü geçiyoruz.
Çoban köpeği de görevini yapıyor :)
Uzun bir tırmanışın ardından tekrar inişe geçiyoruz.
İnişin bitiminde Orman Müdürlüğü’nün bir binası ile karşılaşıyoruz. Buradaki çalışan arkadaşlardan yol tarifi alıyoruz. Çaya davet ediyorlar fakat yine bu teklifi nazikçe geri çeviriyoruz. (Şimdi düşünüyorum da keşke alabalık çiftliğinde geçireceğimiz zamanı burada ki ormancı arkadaşlarla çay içip sohbet ederek geçirseymişiz.)
Biraz daha geniş bir yola çıkıyoruz. Belli ki daha işlek bir yol. Alabalık çiftliği levhalarını görmeye başlıyoruz. Kayhan abinin demesine göre alabalık çiftliği levhaları yol boyunca varmış. Fakat biz ancak görebiliyoruz. Zaten geldiğimiz yol ise herhangi bir aracın kolaylıkla gelebileceği yollar değil. Muhtemelen biz rotaya tersten girdik :)
Artık her yol ayrımında alabalık çiftliğinin levhasını görüyorduk fakat bu yol ayrımında levha falan yok. Aslına bakarsanız en önemli yer. Çünkü son yol ayrımı…
Alabalık çiftliğinin kapısına geldiğimizde inekler etrafta sere serpe yatıyordu. Kapı da kilitli gibi… Sanırım kimsecikler yok? Sonra içeriden birisi çıkıyor eliyle ”gel” işareti yapıyor. E kapı kilitli… Biraz daha inceliyorum kapının sağ kısmında yayaların geçebileceği genişlikte farklı bir kapı olduğunu görüyorum :)
İçeriye giriyoruz,balıkları spariş ediyoruz. Balıklar hazırlanırken biz de etrafı dolaşıyoruz.
Özlem sevecek bir köpek bulmuş kendine. Uzun süre onunla oyalandı. Köpek de bir tatlı bir yalaka sevdikçe sevdiriyor kendisini :)
Alabalığı aldınız 3 TL. Pişirttiniz 7.5 TL. Yanına salata 5 TL
Sonunda balıklar geliyor. Fakat o beklediğimiz lezzet yok maalesef. Ya balıklar az geldi, ya da biz kendi işimizi kendimiz görmenin keyfine vardığımızdan hazır olan şeyler artık bize tat vermiyor… Karınlar doymuyor. Biz de çantalarımızdan helva, ekmek artık ne varsa çıkarıyoruz masaya… Çay söyleyelim dedik çay da yok ! İyi ki yanımızda bu tip durumlara hazırlıklı İlker var :) Termosu kaptığı gibi geliyor. Sabah kahvaltıda termosa koyduğu sıcak su ile şimdi çay demleyip içiyoruz.
Neyse onu bunu bilmem bir daha buradan geçen bir tur yaparsam ve yemek ihtiyacımı kendim karşılayabiliyorsam bu tesisten balık yemem… Belki satın alıp kendimiz uygun bir yerde pişirebiliriz. Bak bu olabilir !
Karınlar doyunca hesabı ödeyip yola koyuluyoruz. Normalde alabalık tesisine saptığımız yoldan yukarı ortalama bir eğimde tırmanmaya devam edebilirdik. Fakat yoldan ara ara araçlar geçiyor ve ciddi miktarda toz kaldırıyordu. Ben de yol ayrımına geri dönüp soldan devam ederek sol taraftaki dağın sırtından yol alacağız. Bu şekilde tırmanmamız gerekenden 200 metre daha fazla tırmanmış olacağız.
Yol boyunca inekleri görmeye devam ediyoruz. Fakat yakınlarda köy v.b. yerleşim birimi de yok. Bu inekler kimindir,? kim bakar? kim yararlanır? hiç fikir yürütemiyoruz.
Uzun bir tırmanışın ardından dağ sırtına varmış bulunuyoruz. Burası 6 farklı yolun birleşim noktası. Gittiğimiz yolda çizdiğim bir rota bulunmuyor. İşte tam bu noktada cep telefonuna indirdiğim uydu görüntüleri devreye giriyor. Kolaylıkla gitmemiz gereken yolu bulup pedallara asılıyoruz.
Yolun bazı kesimlerinde eğimler aşırı olmaya başladı. İşte bu noktada yine motivasyon düşüyor. Tam olarak kaç rakımına kadar çıkacağımızı kestiremiyorum. Çünkü gps cihazında çizili bir rota olmadığından dolayı topoğrafik haritayı yeterince iyi yorumlayamıyorum. Gittiğimiz doğrultuya bakarak önümüzdeki en yüksek dağın 1235 m rakımda olduğunu söyleyebiliyorum. Yani maksimum çıkacağımız rakım bu olabilir…
Kestane ve çam ormanları arasında bisiklet sürmeye, yer yer bisikleti elimizde taşımaya devam ediyoruz.
1200 rakıma kadar tırmandık. Soldan giden yol dağın zirvesine çıkıyor. Yani 35 m tırmanış daha var. Sağdan giden yol bizim asıl rota ile birleşiyor. Buraya kadar geldik fakat dağın zirvesine çıkmadan yolumuza devam ettik. Pişman değiliz :)
Sevimli danalar :)
Yön olarak güneye bakıyoruz. Yani Bergama-Soma arasındaki yolun olduğu tarafa…
Yerleşim yerine yakın olan kısımlarda bol bol bu levhalardan gördük. Bu levhaları görmek bizi ne kadar rahatsız etse de çevrede bol miktarda sorumsuz insan olunca ormana girilmesinin yasak olduğu v.b. bilgiler veren levhaları anlayışla karşılamak durumunda kalıyoruz.
1200 metreden 450 metreye kadar 19 km boyunca uzun uzun iniyoruz.
Buranın manzarası harikaydı. Bol bol fotoğraf çekiyorum.
Karşıda Hacılar köyü.
İnişe devam.
İlker yolda küçük bir kaplumbağa buluyor. Pek tatlı yaratık. Uzun uzadıya düşünüp yanımıza almayı kararlaştırıyoruz. Özlem evinde besleyecek. Adını ”Suphi” koyduk. (İlker koydu) Fakat sanırım tosbamız dişi. İsmini değiştirmemiz gerekecek sanırım :)
Suphi’yi dağdan ininceye kadar bel çantamın fileli gözünde muhafaza ediyorum.
Özlem bu inişleri pek bi sevdi.
Şu kare sanki Afrika’nın göbeğinde aslanlı kaplanlı bölgelerindeki bir yoldan çekilmiş gibi :)
Ve sonunda asfaltlı bir yola çıkıyoruz. Geçeceğimiz ilk yerleşim birimi Kıranlı Köyü.
Ardından Karaveliler köyünden geçiyoruz. Özlem bu fotoğrafı özellikle çekmemi istedi. Köylerde kütüphane olması hem ilginç hem de sevindirici bir durum.
Karaveliler köyünden çıkıp Yukarıbey bucağına doğru ilerliyoruz. 8.5 km boyunca geneli düz, sağlı sollu fıstık çamlarının bulunduğu o güzel alanlardan geçiyoruz tekrar.
Yukarıbey bucağına girip önceden gittiğimiz bakkala tekrar uğruyoruz. Nereleri dolaştığımızı anlatınca amca bizimle daha fazla ilgileniyor. Biraz soluklanıp muhabbet ediyoruz. Bir kaç eksik alıyoruz. Maalesef taze etmek kalmamış. Mecbur bayat ekmek alacağız.
Bugün Bergama’ya inmeme kararı alıyoruz. Çünkü bu saatte sonra Bergama’ya inmek, yoldan geçen bir otobüse bisikletlerimizi de kabul ettirerek binmek ve otogardan eve varmak epey zaman alacak ve tahmini gece 12’den evvel eve varamayacaktık. Bu yüzden kendimizi harap etmektense uygun bir yere kamp atıp geceyi geçirmeye niyetleniyoruz.
Turun ilk günü Yukarıbey’e varmak için tırmanışın ardından inişe geçtiğimiz rampayı geri çıkıyoruz. Yukarıbey’den itibaren 4.5 km yol alacağız. 220 metre kadar tırmanacağız.
Yakınında çeşmeleri olan bir bölgede yolun dışına çıkıp, yoldan görünmeyecek şekilde ormanın ortasına kamp atıyoruz.
Suphi’yi çantadan çıkarıp düzenli olarak gözetleme şartıyla salıveriyoruz.
Havanın kararmasına daha çok var. Telefonlarda bulunduğumuz yerden çekmiyor. Telefonun çektiği yer arama bahanesiyle ormanı dolanıyoruz. Sonra dönüp yemek yapıyoruz. Yemek derken basite indirgememek gerek. Vaktimiz bol olduğundan keyifli bir yemek yapma kararı alıyoruz. (Hangi yemeğimiz keyifsiz geçtiyse artık…) Menüde menemen var. Bakkaldan aldığımız bol miktarda domates,biber, yumurta ve tur boyunca yediğimiz tulum peyniri ile güzel bir menemen yapıyoruz. Ekmeklerimiz maalesef bayat. Fakat lezzetli menemeni bu ayrıntı gölgeleyemedi.
Hava kararmaya başladı. İlker matının içine girip kendine güzel bir yer yapıyor. Yeni aldığı kitap okuma zımbırtısı (Amazon Kindle) açıp kitap okuyor. Acayip sevdi bu yeni oyuncağını. 3 gecedir yatmadan evvel okuyor :)
Kamp ateşi yok… Sabah da erken kalkalım diyerekten erken erken yatıyoruz.
View Madra – Kozak.kmz in a larger map
21 Ağustos 20123
Saat 8’e kadar uyumuşuz. Genelde hep İlker bizi kaldırırdı. Bu sefer biz İlker’i uyandırıyoruz :)
Kahvaltıda haşlanmış yumurta, dünden kalan domates, biber, tulum peyniri ve bayat ekmekler var. Özlem’in aklına cin bir fikir geliyor. Tost yapmak ! İlker bu fikri başarılı bir şekilde uyguluyor. Bayat ekmeklerin arasına tulum peyniri koyarak tavada güzelce ısıtıyor. Tostların lezzetine diyecek yoktu…
Çadırımızı ve tüm eşyalarımızı topluyoruz. Ardımızda en ufak bir çöp bırakmamaya özen gösteriyoruz. Buraya geldiğimizde yerde en ufak çöp yoktu aynen geldiğimiz şekilde buradan ayrılmak istiyoruz.
Kampı kaldırıp tüm çöplerimizi yanımıza aldığımızda sanki buraya hiç gelmemişiz gibi temiz bıraktık kamp yerimizi.
Son sürat Bergama’ya iniyoruz.
İndikçe hava ısınıyor ve yine termometrede 40 dereceyi görüyoruz.
Çıkarken de bu manzarayı uzun uzun görmüştük. Yanmış ormanlar. Fotoğrafını çektiğimiz levhalar boşuna konulmamıştı yani. Yangına hassas bir bölge ve çok güzel ormanlar var. Biz de kamp kurduğumuz yerlerde en ufak bir sakatlık çıkmaması için elimizden gelen önlemi almıştık.
Su kemerleri tarihi yapılar arasında ilgimi en çok çekenler arasında yer alıyor. Zamanının en güzel mühendislik örneklerinden. Zaman kaybetmeden otobüs bulup İzmir’e dönmek istiyoruz. Bu yüzden Bergama’da bulunan tarihi yapıları gezmeyi başka zamanlara bırakıyoruz.
Bergama merkezde oyalanmadan direk anayola gidiyoruz.
Bergama’nın çıkışında uygun bir yerde bisikletlerimizi parçalayıp geçen otobüslere el kaldırıyoruz.
Yine geldiğimiz firma olan Sebat Turizmin bir aracı bizi alıyor. Bu sefer kişi başı 20 TL para ödüyoruz. Anlayacağınız kişi başı 6 TL bagaj parası ödedik. Normal şartlarda ne yapar eder, gerekirse otobüsten iner yine de o parayı ödemezdik fakat bulunduğumuz konum itibariyle pek fazla alternatifimiz olmadığı için bu duruma ses çıkartmıyoruz.
Otogar’a kadar gitmek yerine Bostanlı vapur iskelesine 1 km mesafedeki Serinkuyu mevkiinde otobüsten iniyor ve bisikletlerimizi tekrardan montajlıyoruz.
Tur dahilinde hiç bir şey beni, bisikleti otobüse yerleştirme ve otobüsten indirme kadar germiyor.
Bisikletleri kurup bagajlarımızı bisiklete bağladıktan sonra en kestirme yoldan Bostanlı iskeleye doğru ilerliyoruz. Hava çok sıcak ! Hemen özlüyoruz yaylada ki o serin havayı :)
Baktık vapur daha yeni kalkmış ve bir sonraki vapurun kalkmasına daha 45 dakika zaman var. Turu sonlandırmayı dondurma ile taçlandırıyoruz.
Vapur geldiğinde bisikletlerimizi uygun bir yere park edip yukarıya çıkıyoruz. Suphi de bizimle geliyor :)
Ve böylelikle turumuzu sonlandırmış oluyoruz.
Bergama yol ayrımından başlayıp yine aynı yerde bitecek şekilde toplam 124 km yol yapmışız. Buna 20 km Narlıdere otogar ve Bostanlı-Narlıdere arasını 6 km katarsak toplamda 150 km yol almışız demektir. Evet günlere göre mesafeler epey kısa gibi görülebilir. fakat bazı etaplar cidden zor olduğundan ve biz de öyle kilometre kotası doldurma gibi bir hedefimiz olmadığından oldukça keyif aldığımız bir faaliyet gerçekleştirdik.
Rota kesinlikle muhteşemdi. Yukarıbey bucağı ve Madra dağı civarında doğası halen bozulmamış çok güzel ormanlar var. Mutlaka gidip görün derim.
GPS Verisi: Gps cihazınıza yükleyeceğiniz dosyayı buradan indirebilirsiniz.
Harita Bilgisi:
View Bergama – Madra in a larger map
-
kayhan ozogul
-
Hüseyin Suda
-
Gülen Gül Niflioğlu
-
okay
-
Serhat Ferrahi Değimli
-
ali kıyak
-
Burcu
-
Koray
-
Ali Ekrem