Az Bilinen Antik Kentler Turu Aiolis

20-21-22-23 Nisan 2013

Aylardan beridir keşif çalışmalarına katıldığım Az Bilinen Antik Kentler Turu Aiolis turu bitti ben hala yazı yazacağım.  Bu tip yazıları hazırlamak benim için herzaman daha güç olmuştur. Herhalde tur sonrası üzerime çöken yorgunluğun bunda büyük etkisi olmalı. Neyse biz tura dönelim…


Tur tarihi geldi çattı. Müdür’den pazartesi için izini de aldım. Artık benim için önümde başka hiçbir engel kalmadı. Garibim Özlem’in ise bu tarihlerde izin alabilme ihtimali hiç yoktu. Zaten ders çalışması gerektiği için araba ile kamp yapacağımız yerlere gelip gündüzleri ders çalışacaktı. Tur arefesi Cinatı’nda kayıt masası açıldı ve teknik toplantı yapıldı.

Teknik toplantının Cinatı‘nda yapılması da ayrı bir güzellikti. Ha bu arada sanırım sitemde ilk defa Cinatı’ndan bahsediyorum. Cinatı adlı mekan İzmir’de bisikletli dostlarımızdan Ahmet’in Alsancak’ta açtığı Cafe Bar tarzında bir işletme. Fakat önemli olan özelliği bisikletçi mekanı olması ;)

Tüm katılımcılar olmasa da yeterli çoğunluk sağlandıktan sonra Olcay teknik toplantıya geçti. Turdan daha çok keyif alabilmek için olası zorlukları ön görüp önlem alabilmek adına rota hakkında detaylı bilgiler verdi. Eski dostları görmek iyi oldu. Daha çantalarım hazır olmadığı için çok geç vakte kalmadan evin yolunu tuttuk.

Sabah, geceden tam takım hazırladığım bisikletimi alıp Konak meydanın yolunu tuttum. Sabah bisiklete ilk bindiğimde bir gariplik vardı. Yok bisikletin yeni değişen fren ve vites kabloları ile alakalı değil.  Yolda tek başımaydım. Özlem yoktu…

Konak meydana gelene kadar bu garip duygudan kurtulamadım. Meydanda, dün teknik toplantıya gelemeyen arkadaşların kayıtları alındı. Sabah kahvaltı niyetine kumanyalar dağıtıldı. Medya için toplu fotoğraf çekinildi ve ilk antik kentimiz olan Agora’nın yolu tutuldu.

İlk antik yerleşimimiz Agora ve tur esnasında uğrayacağımız tüm eski yerleşimleri daha önceden gezmiştim. Fakat şimdi gittiğimiz her antik kentte bölgenin tarihi ile alakalı detaylı bilgi verecek birisi bulunacaktı. Bu verilen bilgilerin bazıları öyle direk yazılı kaynaklardan bulabileceğiniz şeyler değil. Başka bilgilerle beraber mantık yürütülmüş varsayımlar da oluyor ve işler çok daha ilginç bir hal alabiliyor.

Agora’nın ardından İzmir’in en eski yerleşimi olarak bilinen Smyrna’ya hareket ediyoruz. Şehiriçi yol bağlantılarının keşfine hiç katılmamıştım fakat arkadaşlar çok başarılı bir rota çıkarmışlar.

Smyrna antik kentinin  sanırım yarısı kadarını dolaşabildik. Kazı ekibinden bir arkadaş bize epey bilgi verdi. Benim aklımda kalan tek şey ise Smyrna’lıların ataerkil bir toplum olmaları. Fotoğrafta gördüğünüz sütunlar orjinal değil bu arada.

Antik kentten ayrılmadan evvel öğlen yemeği kumanyaları dağıtılıyor. Ardından Yamanlar’a tırmanmak üzere yola çıkıyoruz.

Bugünlük 2 antik kent fazlası ile yeterli. Şimdi kamp alanımızın bulunduğu Yamanlar Dağı’nda bulunan Karşıyaka Belediyesi’ne ait Yamanlar Gençlik Kampı’na tırmanıyoruz. Yokuşun en başındaki yazı çok manidar :)

100 metre ilerisindeki bir diğer yazı da bir o kadar manidardı. Çünkü 1000 rakıma kadar tırmanmamız gerekiyordu. Bundan öte son bir kaç kilometre öldürücü darbe gibi aşırı derecede dikti. Aşırının aşırısı :)

Son bir kaç kilometreyi yani şu aşırı dik olan bölümün bir kısmını elimde yürüdüğümü söylemem gerek :) Ve sonunda tesise geliyoruz.

Tesise varıp durduğumuzda anlıyoruz buranın ne kadar soğuk olduğunu. Aşağıda sıcaktan bunalırken Yamanlar dağının zirvesinde bir kış soğuğu vardı sanki. Üzerime uzun kollu ceket, polar ne varsa giyindim. Çadırları kurduk ve akşam yemeğine geçtik.

Yemekler fiş üzerinden verildi. Hoş, fotoğrafın çekildiği gün tüm fişlerimi kaybettim. Sanırım benden başka fişlerine sahiğp olamayan kimse de yoktu…

Yemekler pek güzeldi.

Ayak üstü günün anlam ve öneminde bulunan arkadaşların doğum günlerini kutladık. Zaten Olcay’ın doğum gününü kutlamak bu turda geleneksel oldu :)

Yemek sonrası üzerime ne varsa geçirip tripodumu da alarak İzmir manzarasının fotoğrafını çekmek için dışarı çıktım. Uzun pozlama yaptığım esnada ben de bir kenarda zıplayarak ısınmaya çalışıyordum :)

Gün sonunda güzel bir sohbet ortamında şarkılar söylendi, günün değerlendirmesi yapıldı. Benim yorgunluktan gözlerim kapanmaya başladığı için çadırın yolunu tuttuk ve erkenden uyuduk.

Sabah kahvaltıda dünyayı bu şekilde görüyordum :) Tamam fotoğraf makinası soğuktan sıcak ortama geçince buğu yapmış olabilir ama hakikaten sabah erken kalkmak gerektiğinde dünyayı bir süre böyle görüyorum. 7:30’da kahvaltı veriliyordu sanırım… Düşünün kahvaltının verildiği saat 7:30 ki kahvaltıdan önce çadır ve tüm eşyaların toparlanıp arabaya verilmesi gerekiyor :)

Neyse ki dışardaki soğuk havanın ardından çay içip bir kaç parça bir şeyler yedikten sonra kendime gelebildim…

Kahvaltının ardından temkinli bir şekilde dün zorla çıktığımız yolu iniyoruz.

Yamanlar dağının arka tarafına geçip Emiralem’e ineceğiz. Önce hafif bir yokuş, ardından toprak bir yola girip inişe geçeceğiz.

Toprak yolun başlangıcında toplanıp 2 grup halinde inişe geçiyoruz.

Manzara harika. Kesinlikle arada gelinip pedallanması gereken bir yol.

İnişe geçer geçmez hava ısındı birden :)

Emiralem’de çay bahçesinde mola veriyoruz. Çaycı hemen tanıyor beni. Bir kaç defa keşif esnasında buraya uğrayıp çay içmiştik. Her defasında da buraya kalabalık geleceğiz diye tembihliyorduk. Artık yeterince idrak edemedi mi yoksa ciddi olmadığımızı mı düşünüyordu bilemeyeceğim ama bizleri bu kadar kalabalık görünce epey sevindiler :)

Emiralem’de bir süre arkadan gelenleri bekleyip yola çıkıyoruz. Güzel bir toprak yoldan, Çanakkale-İzmir karayolundaki Buruncuk Beldesi’nde bulunan Larissa antik kentine geçeceğiz.

Larissa antik kentini dolaşmadan evvel öğlen yemekleri dağıtılıyor. Bu dağ başında yemeği nasıl temin ediyoruz onu da açıklayayım. Artık adı Catering Osman (Ketring Osman) oldu Osman abimizin adı. Benim kendisi ile ilk tanışmam Eylül 2013’de Gürkan’ı dünya turuna uğurlarken ki yaptığımız turda olmuştu. Aigai antik kentini dolaştıktan sonra İsmailli beldesinden geçerken tabilot yemek yapan bir işletme dikkatimi çeker ve öğle yemeğini burada yemeye karar veririz. Sonra bu turda da aynı yerden geçeceğimiz için ve Yuntdağı Köseler Köyü’nde yemek olanağı olmadığı için yemek ihtiyacımızı karşılama arayışında yine dönüp dolaşıp Osman abimizi bulduk. Kendisi ve ailesi son derece girişken, üretken  ve çözüm odaklı insanlar. Bu gibi yemek olanağı bulamayacağımız noktalarda bizlere büyük kolaylıklar sağladılar.

Karınları doyurduktan sonra sıra geldi kent kalıntılarını dolaşmaya… Larissa’da rehberimiz Taylan Köken oldu. Önce bölgeye ait olan tek bilgilendirme levhasının önünde kent ile alakalı bilgileri verip sonra topluca tepeye doğru yürüdük.

Aşağıda İzmir-Çanakkale yolu var.

Larissa‘ya ait en enteresan alan burası. Şehir duvarlarından bir parça. Duvarın köşe yaptığı yerde bir kısım ile diğer kısım mimari olarak birbirinden çok farklı.

Larissa’dan sonra kısa bir anayol kullanımının ardından kendimizi tarlalar arası traktör yollarından kanal boyunca devam ederek Panaz tepeye hareket ediyoruz.

Maalesef gün içindeki zamandan epey kullandığımız için Panaztepe‘ye çıkıp dolaşacak kadar vaktimiz olmuyor. Yine de tepenin eteğinde dinlemek isteyenler için Taylan Köken bölge hakkında bilgiler veriliyor. Ha bu bilgiler bizim dinlendiğimiz yerin biraz yukarısında veriliyor. Böylelikle sap ile saman birazcık ayrılmış oluyor :)

Arkadan gelenleri Panaz Tepe’de bekletmek yerine bir kaç kilometre ilerideki Gediz Cafe’de yönlendiriyoruz. Yol boyunca epey rüzgar yedik. Yol düz, etraf açık olunca ister istemez rüzgar yedik ve epey yorulmuşuz.

Dinlenmenin ardından bir sonraki durağımız Pers Anıt Mezarı oluyor.

Pers Mezarı’nda hatıra fotoğrafı.

Pers Mezarı’ndan sonra mola vermeden Foça’ya ilerliyoruz. Foça hem konaklama noktamız olacak hem de Phokaia antik kentini dolaşacağız.

(Eski) Foça’ya giriyoruz. Foça benim İzmir ili sınırları içinde en çok sevdiğim beldelerden birisi.  Ne kadar konum ve ulaşım olarak bana ters düşse de fırsatını bulup gittiğim an çok mutlu oluyorum.

Kamp alanına geçmeden evvel Phokaia antik kentinin bulunduğu, Foça’nın tam ortasındaki tepeye çıkıyoruz.

Antik kent hakkında bilgili bir arkadaş burada olan biteni anlatıyor. Aklımda kalan ise bu halk denizcilikte epey ileriymiş. Tee İtalya’ya kadar gittiklerine dair ipuçları var. İtalya’nın bir liman girişinde Phokaia’lı denizcilerin namları ile ilgili yazıt varmış.

Bulunduğumuz yerden karşı tepedeki restore edilen yel değirmenlerini seyre dalıyorum. Bir ara orayı da yakından görmeliyim.

Antik kentin ardından Foça Belediyesi’nin bize tahsis ettiği sahile kamp atıyoruz. Hemen yanımızda belediyenin tesisi, önümüzde ise deniz var. Daha ne olsun?  Çadırlar teker teker kuruluyor ve yarım saat içinde küçük bir çadır kent oluşuyor.

Kimi Foça Merkez’e geçiyor karınlarını doyurup Foça’yı gezmek için, kimi kamp keyfi yapıyor ocak tencere taklavatını çıkarıp kendi yemeğini pişiriyor, kimi ise hemen dibimizdeki işletmeden birşeyler alıp öyle karnını doyuruyor. Ben işletmeden yiyenlerdenim. Yanımda ocak v.s. yoktu, eh Foça’ya gidip karnımı doyuracak ne mecalim vardı ne de o kadar bekleyebilirdim :)

Akşamın ilerleyen saatlerinde Cinatı Ahmet geliyor elinde 5 L damacana içinde ev yapımı şarap. Ardından Özlem ve yanında sürüklediği arkadaşı Canan geliyor.

Özlem ve Canan yarın sabah erkenden kalkıp tekrardan İzmir’e dönecekler. İş güç meseleleri :)

Ertesi sabah Özlem ve Canan’ı yolcu ettikten sonra kamp alanında biraz fotoğraf çekip, biraz kahvaltı yapıyorum. Tur boyunca anlık fotoğraflarım ile Pınar’la epey uğraştım epey kızdırdım kendisini :)

Foça Belediye Başkanı geliyor. Bizlere Foça ve antik kent hakkında detaylı bilgiler veriyor. Verdiği bilgiler yüzeysel değil, gayet derinlemesine bilgilerdi. Belli ki kendisi Foça’yı seven, Foça için olabileceklerin en iyisini yapmaya çalışan bir insan.

Foça belediye başkanı bize Foça çıkışına kadar eşlik ediyor. Foça çıkışından sonra bol iniş çıkışlı bir yolda ilerliyoruz. Bu iniş çıkışlar biz bisikletçiler için ne kadar keyifli olmasa da sol tarafımızdaki güzel koylar ve mavi deniz manzarasını seyretmek tüm sıkıntımızı alıyor.

Fotoğraftaki köpek bizi Foça’dan beri takip ediyor. Aliağa girişine kadar da takip etti. Yani 35 km kadar. Köpeğin derdi neydi bilmiyorum. Ama ben şaşakaldım.

Boyayı bol bulan Olcay’dan bisiklet ve romantizm temalı çalışmalar görmeye başlıyoruz :)

Bu yolları daha bir sakin geçip sol tarafımda kalan her koyu incelemeye alıyorum. Bir iki koyu gözüme kestirdim. Tur sonrası uygun bir zamanda bu koylara inilip kamp atıla…

Yeni Foça’da deniz kenarındaki çay bahçesine geçip soluklanıyoruz. Kısa bir mesafe geldik fakat yolda o kadar çok iniş çıkış vardı ki epey yorulduk ve ben bir miktar acıktım. Duble çaylar söylendi, karşı fırından gevrekler boyozlar alındı ve koyu bir sohbet eşliğinde günün 2. kahvaltısı yapıldı.

Yeni Foça’dan sonra yol daha çekilir bir hal aldı ama bu sefer de gerek yapılaşma gerek manzara güzelliği kayboldu gitti. Bulunduğumuz yol Aliağa Sanayi’sinin bulunduğu ve yoğun ağır tonajlı kamyon trafiğine sahip bir yolda devam ediyor ve İzmir-Çanakkale yoluna bağlanıyor. Bizler ise hem bu yola girmemek gem de Kyme antik kentini ziyaret etmek için anayoldan Çakmaklı Köyü yoluna sapıp bu mevzubahis sanayi bölgesinin arka tarafından dolaşıyoruz. Mümkün olabilecek en güvenli yoldan Kyme antik kentinin bulunduğu yere çıkıyoruz.

Ve sonunda sanayi bölgesinin trafiğinden kurtulup üzerimde Kyme yazan sarı levhadan içeri sapıyor ve bambaşka bir alemde yolculuk ediyoruz.

Kyme antik kenti sanayi yapılaşmaları arasına sıkışmış denize nazır bir antik kent. Kazılarını İtalyan Cataina Üniversitesi yapıyor diye biliyorum. Kent tarihi ve detaylarla alakalı bilgiyi şuradan alabilirsiniz.

Taylan Köken bölge hakkında epey bilgi verdi elbet. Ama benim aklımda ne kadarı kaldı ? :)

Kyme antik kentinin ardından Aliağa’ya doğru yola koyuluyoruz.

Aliağa’da öğle yemeği yiyip biraz dinleniyoruz.

Aliağa’dan sonra Yeni Şakran’a doğru yola çıkıyoruz. Yolumuz üzerinde 2 antik kenti bile bile pas geçiyoruz. Çünkü buralarda görülebilecek pek bir kalıntı yok. Bununla beraber planlanan saatte Yunt Dağı Köseler Köyü’ne  gitmemiz gerek. Yeni Şakran’da son bir mola verdikten sonra tırmanışa geçiyoruz. 200 metre kadar tırmandıktan sonra coğrafya bambaşka bir hal alıyor. Araç trafiği yok denecek kadar az. Tırmanıyoruz ama keyifli bir tırmanış. Hele hele ilk gün sıfırdan 1000 metre rakıma çıktıktan sonra 230 metredeki Köseler Köyü’ne geçmek hiç zor gelmiyor. Köseler Köyü’ne geçmek için belirli bir irtifaya kadar tırmandıktan sonra bir kaç kere in çık yapıyoruz.

Yolumuz üzerinde iki farklı yerde eski taş yol görüyorum. Bu civarda yaptığımız keşifler sırasında buna benzer yolları çokça gördüm. Fakat yolların ne zaman yapıldığı ve nereye gittiği hakkında sağlıklı bir bilgiye ulaşamadım.

Ve Yunt Dağı Köseler Köyü’ne ulaşıyoruz. Buranın çok yakınında Aigai antik kenti var. Aigai ve Köseler Köyü isimleri tanıdık geldi di mi? Köseler Köyü’nün Okul bahçesine kamp atıyoruz. Zemin epey taşlı. Çadırların kazıklarını çakmakta zorlanıyoruz. Biz dar alana sıkışmamak için Köy’ün meralığında güzel bir yere kamp atıyoruz.

Çadırlar kuruluyor, yemek vaktine biraz daha var. Ufaktan etrafı keşfediyor, dostlarla muhabbet ediyoruz.

Duygu takılmış bir koyun sürüsüne sürü içindeki kuzuları kovalıyor. Neyse ki birazdan çoban gelip Duygu’nun koşturmacasına son vermek maksadı ile kuzuyu yakalayıp Duygu’nun kucağına veriyor.

Yerim ben seni :D

Köyün çocukları konuşuyoruz, şakalaşıyoruz. Hepsi pırıl pırıl. Kendilerinden ufak mantıklar kapıyorum.

Ve yemek vakti geldi. Tüm arkadaşlara iş düştü burada. Masalar, sandalyeler silindi. Catering Osman abimiz masasını kurdu, kazanları çıkardı ve yemek dağıtımına başladı.

Yemekler kesinlikle harikaydı. İyi ki tanımışız Osman abimizi.

Bulunduğumuz yerde hafiften karasal iklim hakim oluyor. Üşüdük tabii. Hemen ceketleri giyiyoruz. Yemek sonrası kapalı alana geçiyoruz. Şarkılar söyleniyor, muhabbetler ediliyor.

Şimdi dağ başında İzmir ile Balıkesir sınırında bir köyde pizzanın ne işi var diye sorabilirsiniz. O pizza bitene kadar hiç sorma ihtiyacı hissetmedik. Ama hakikaten kırk yıl düşünsem aklıma gelmeyecek bir süpriz idi. Bizim Onur’un askerlik arkadaşları Karşıkaya’dan kalkıp Onur’u görmeye gelmişler. Gelmişken Onur’a büyük bir kıyak yapmışlar. Tabii bu büyük kıyak Onur’la beraber pek çok kişiye yarıyor :)

Gecenin sonlarına doğru ikinci şoku yaşıyoruz. Onur’un askerlik arkadaşının 2. kıyağı. Midye dolma :) Sanırım ömrüm boyunca başka hiçbir yerde böyle alakasız bir yerde böyle yiyecekler yiyebileceğimi sanmıyorum.

Gece deliksiz bir uyku çekiyorum. Sabah horoz sesleriyle uyanmak epey farklıydı. Uzun süreden beri böyle uyanmamıştım. Ha horozun boğazlanıyormuşçasına ötmesi ayrı bir mevzu… Catering Osman abimiz kahvaltılarımızı dağıtıyor. Ardından çadırlarımızı toplayıp arabaya veriyoruz.

Bugün 23 Nisan. Köyün öğrencileri 23 Nisan için program hazırlamışlar. Köylüler ile beraber programı seyrediyoruz. Epey eğleniyoruz.

Çocuklar ve hocaları sıkı hazırlanmışlar. Bir ara durup düşünüyorum. Şuan biz neredeyiz? Kimleri seyrediyoruz? Buralara da hayat varmış. Birileri yaşıyor, birşeyler yapıyorlar. Kim bilir bu gençler büyüdüklerinde neler yapacak? Dünya sadece mesafe olarak değil ,  hayat ve yaşanmışlıklar olarak da çok büyük. Bu dünyada nice hayatlar var, nice yaşanmışlıklar gelip geçiyor.

Programın sonunda herkes pistte.

Turu organize eden arkadaşlar Köseler Köyü’nde konaklama ve ihtiyaçların temini için görüşmeleri esnasında 23 Nisan programı ve sürprizler konusunda da ufak çalışmalar yapmışlardı. Katılımcılardan toplanan paranın artan kısımları ile çocuklara hediyeler alındı ve 23 Nisan günü çocuklara dağıtıldı. Maalesef kalabalık ve karışıklık nedeniyle çocukların suratlarındaki mutluluğu, heyecanı ve şaşkınlığı yakalayamadım.

Ve son olarak toplu hatıra fotoğrafı çekip Aigai Antik Kenti’ne doğru pedal çeviriyoruz.

Önümüzde çok ciddi bir tırmanış var. Neyse ki uzun değil.

Antik kentin girişinde bisikletlerimizi bırakıp kalan yolu yürüyerek gidiyoruz.

Kent hakkında detaylı bilgiyi bize Ege Üniversitesi Arkeoloji bölümünde okuyan ve buradaki kazılarda görev alan arkadaşlar veriyor.

Aigai bir dağ kentiymiş. Aslına bir kent de denemez, köy veya bucak tarzı bir yerleşim olduğu söyleniyor. Lakin alan o kadar büyük ki buraya köy demeyi doğru bulmuyorum ben. Aigai kelime anlamı itibariyle keçi yurdu demekmiş. Anlaşılan o zamanlarda keçi hem bol hem de halk tarafından değerli sayılan bir hayvanmış. Şehrin terkedilişi de bir garip. Yapılan kazılarda yapıların kapı ve pencerelerinin taş ile kapatıldığı görülüyor. Kazı yapan arkadaşların yorumu muhtemel bir işgal sebebi ile şehrin terkedildiği. Yalnız kapıların kapatılmasından anlaşıldığı üzere tekrardan geri gelme umutları varmış. Muhtemelen geri dönülememiş…

Anlatımlar esnasında arkeologların tarihi eserlerin yaşını saptama konusunda sıkça kullandıkları bir başka yöntem öğreniyoruz. Ben kısaca trend ve ya moda diyorum. Şöyle ki kazılar esnasında çıkan çanak çömlerler üzerinde çeşitli desenler olurmuş. Bu desenler aynı günümüzdeki moda akımı gibi zaman zaman değişiklikler gösterirmiş. İşte bu desenlerden yola çıkarak eserlerin ortalama yaşları çıkıyormuş. Oldukça ilginç :)

Yandaki büyük yapı bildiğiniz bir pasaj kompleksi veya zamanın AVM’si. 3 kat olduğu söyleniyor. Ne kadar heybetli değil mi? Katlar ahşap kalaslar ile oluşuyormuş. Bu yapının hemen önünde et ve balık pazarı var. Et tamam balık nereden? Dağın hemen dibinden geçen nehirden çıkıyormuş.

Et ve balık pazarı.

Mevzubahis akarsu.

Antik kentin ancak yarısını dolaşabiliyoruz. Çünkü Bergama’ya kadar tepeceğimiz epey yol var.

Fotoğraftaki amca Köseler Köyü’nün fahri arkelogu :) Aigai hakkında epey bilgili ve ilgiliydi.

Aigai’den çıkıp tekrardan Köseler Köyü’ne geçiyoruz. Burada toplanıp İsmailli Bucağı’na geçiyoruz. Bu esnada benim çakım kayboluyor. Çakımı aramak için geldiğim tüm yolu geri dönüyorum. Tek güvencem ise dün akşam kamp alanına arabası ile gelen biricik sevgilim Özlem :) Tüm yolu geri tepip yolu tamamen taramama rağmen çakıdan eser yok. Biraz daha detaylı düşününce Aliağa’dan beri çakıyı hiç kontrol etmediğimi hatırlıyorum. Muhtemelen Aliağa-Köseler arasında bir yerde düştü güzelim çakı…

Neyse Özlem beni tekrardan Köseler Köyü’nden alıyor ve beraber araba ile İsmailli’ye geçiyoruz. Burada Catering Osman abimizin işletmesinde öğlen yemeği için duruyoruz. Grup çoktan hareket etmiş. Abimiz bizler için köy keşkeği hazırlamış. Son yemek hepsinden bomba idi anlayacağınız. Biraz da oturup turun genel değerlendirmesini yapıp olası başka organizasyonlar için kendisinden peşin peşin söz alıyoruz.

Bergama’ya kadar olan yolu Özlem’in gümüşü ile gittiğimiz için yol boyunca hiç fotoğraf çekmedim. Daha yeni aldığım çakının haybeye kaybolmasının verdiği moral bozukluğunun bunda etkisi büyük. Grubu Bergama’da yakalıyoruz. Bergama planı Kızıl Avlu’dan başlayacaktı fakat Kızıl Avlu’da yapılan restorasyonlar sebebi ile ziyarete kapalıymış. 2. uğranacak yer olan Akropolis’e geçiyoruz. Akropolis’e çıkan teleferiğin tesis müdürü Serdal Bey’i ziyaret ediyoruz. Serdal Bey ile bir önceki Bergama turunda tanışmıştık. Kendisi ile uzun süreden beri görüşmemiştik. Zaten daha önceleri Akropolis’i fazlasıyla detaylı bir şekilde dolaştığımız için bir daha çıkmak istemedik. Benim Müze Kart ise Emin’e yaramış oldu.

Tabii arkadaşların Akropolis’i bir rehber eşliğinde gezdiğini unutmuşum. Lakin Serdal Bey sağolsun bizi Akropolis’in girişinde kitap, harita v.b. yayınları satan bir arkadaşla tanıştırdı. Ondan durduğumuz yerde epeyce bilgilendik. Akropolis’i daha önceden dolaştığımız için bize gösterdiği fotoğraflar üzerinden yaptığı anlatımlar bizim için fazlasıyla yeterli olmuştu.

Serdal Bey ile vedalaşıp arkadaşların yanına dönüyoruz.

Bergama Meydan’da 23 Nisan kutlamalarına yetişemediğimiz için meydan da son bir hatıra fotoğrafı çekilip Belediye’nin piknik alanına hareket ediyoruz. Burada Bergama Belediyesi’nin bizler için hazırlatmış olduğu pideler ile karnımızı doyuruyoruz. Artık ayrılık vakti… Özlem’in aracı Gümüş ile Özlem ve benimle beraber Funda ve Pınar’ı da alıp İzmir’e dönüş yoluna çıkıyoruz. Organizasyon dahilinde Bergama’dan İzmir’e bir otobüs kalkıyordu zaten. İzmir’e dönecek arkadaşların büyük kısmı bu otobüsü kullandılar.

Eve vardığımızda epey yorulmuştum. Özlem ve benim bisikletlerimizin maskotları da yorulmuştu. Kermit ve Animal’ın duş keyfi fotoğrafları ile bu yazımızı sonlandırıyorum.

Antik kentler temalı bir turun daha sonuna geldik. Keşfetmesi ayrı güzel, çok kişi ile tekrar gezmesi ayrı güzeldi. Yayında ve yapımda emeği geçen tüm arkadaşlara teşekkür ederim…

 

GPS Verisi: Gps cihazınıza yükleyeceğiniz dosyayı buradan indirebilirsiniz.

Harita Bilgisi:


Şunu daha büyük bir haritada görüntüle: Az Bilinen Antik Kentler Turu Aiolis 1


Şunu daha büyük bir haritada görüntüle: Az Bilinen Antik Kentler Turu Aiolis 2


Şunu daha büyük bir haritada görüntüle: Az Bilinen Antik Kentler Turu Aiolis 3


Şunu daha büyük bir haritada görüntüle: Az Bilinen Antik Kentler Turu Aiolis 4